21 Mart 2023, 14:21 | #11 |
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
________________
Sanalı bıraktım..
|
|
|
21 Mart 2023, 14:22 | #12 |
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
"Eskiden, kar yağardı. Henüz ayrılmamıştık, henüz bölünmemiştik Aynı mahalledeydik, zengini, fakiri, esnafı, yoksulu, bir arada birliktik, omuz omuza sımsıcak yaşardık ve kar yağardı bembeyaz, lapa lapa henüz bölünmemiştik, henüz ayrılmamıştık. Henüz icat olmamıştı, kooperatifler, siteler, dubleksler,tripleksler,olmaz olası kartonpiyerler. Gariban sıkısınca kime gidebileceğini bilir Zengin kimi gözeteceğini bilir, esnafla memur gül gibi geçinip giderdi ve kar yağardı bembeyaz lapa lapa Henüz ayrılmamıştık henüz bölünmemiştik… Fakir zengini hırsızlıkla zengin, fakiri tembellikle suçlamazdı çünkü kar yağardı lapa lapa Çünkü kar yağardı bembeyaz çünkü karin temizliği yüreklerimize vurmuştu.. Kar rahmetti çünkü kar bereketti. Adam boyu adamlarda adamdı o zamanlar Ne Cumhuriyet Caddesinde onun bunun namusuna kötü gözle bakar ne de laf atardılar çünkü senin namusun benim benim namusum senindi bir idik biz idik ve kar yağardı adam boyu ve adamlar adamdılar o zamanlar kar sendin, kar bendim, kar bizdik eridik, eridik, eridik, eridik."[
________________
Sanalı bıraktım..
|
|
|
21 Mart 2023, 14:22 | #13 |
Eskiden tüm aile aynı oda da oturur muhabbet ederdik. Çocuklar aile büyüklerinin edebinden, ahlakından nasiplenirlerdi. Şimdi evlerimiz çok odalı oldu. Çocuklarımızı yemekten sonra göremiyoruz. Anne babalar "odana git" cümlesini öğrendiler. Çocuklar odalarında neler yaparlar hiç bilemez olduk. Aile bireylerinin her biri kendine farklı dünya kurdu aynı çatının altında. En kötüsü çocuklarımızı kaybettik ama bunun bile farkında değiliz. Bir evde ne kadar çok ışık yanıyorsa, o kadar ayrılık vardır.
________________
Sanalı bıraktım..
|
|
|
21 Mart 2023, 14:22 | #14 |
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Develer tellal, pireler berber iken, Samsun cigarasının içinden odun çıktığı günlerde… İstanbul’la Ankara arasında alo diyebilmek için santrala yazdırıp altı saat beklediğimiz, cep telefonunun sadece Kaptan Kirk tarafından kullanıldığı, sokaklarda ayı oynatıldığı, kalantorların Murat 124’e bindiği, Anadol’un inekler tarafından yenildiğine inanılan, salça sürülmüş ekmek dilimi dönemlerinde… Mutfak zeminlerinin muşamba kaplandığı, tencere kalaylattığımız, arap sabunu kokulu zamanlarda… Avaramu’yu ezberleyen kızlar Raj Kapoor’a hastayken, Ömer henüz turist bile değilken, Vahi Öz’e güldüğümüz, zavallı Ayşecik’in zengin babasından habersiz, kötü kalpli üvey anne yanında çileler çektiği, n’ayır n’olamazlı yıllarda… Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediğimiz, Cem Karaca’nın İzmir fuarını zangır zangır salladığı, Özay Gönlüm’ün yaren’ini tıngırdattığı, yerli Elvis Erol Büyükburç’la kalipso kralı Metin Ersoy’un gazinoları inim inim inlettiği, Cemal Kamacı’nın kroşe patlattığı, Metin Oktay’ın ağları deldiği, Neil Armstrong ay’a falan ayak basmadı, hepsi Hollywood tezgâhı diye iddiaya girilen, kasetleri acayip kapışılan Arif Susam’ın oo-ooo Recep bey de burdaymış diyerek sintizayzır çaldığı günlerde, Ümit Besen’in masasının ayağı kırık, pantolonların paçası bol, Kastelli bankerken… Muavinli dolmuşçuların Orhancı-Ferdici diye birbirini solladığı arabeskli sabahların, Barış Manço’nun lambaya püf dediği elektrik kesintili akşamlarında, mum ışığının gölgesinde parmaklarımızı eğip bükerek duvarda tavşan yaptığımız, yün fanilaları soba askısında kuruttuğumuz, Killing okuduğumuz, başka eğlencemiz olmadığı için radyoda arkası yarın’lara kulak kesildiğimiz, ki, uyarlayan Çetin Köroğlu, efekt Ertuğrul İmer’dir, ayıptır söylemesi Arzu Okay’ın rüyalarımıza girdiği, Martin Luther King yaşarken, Sadun Boro’nun kısmet’iyle dünya turuna çıkmasına heyecanlanıp, Avanak Avni’yle tanıştığımız, Zübük’ün kaleme alındığı, sutyen’in bile nerdeyse ***** kabul edildiği, Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrumlu süngerci zannedildiği, otomobillerin arkasına bugün bile hâlâ ne manaya geldiğini bilmediğim STP’lerin yapıştırıldığı, şehirlerarası otobüslerde sigara içildiği, damalı taksiler çağında… Keban bile yokken, nüfus 40 milyon, Hababam öğrencileri ilkokuldayken, trışkadan tayyare MTA Sismik-1 Hora’nın uzay mekiği muamelesi gördüğü teknoloji fukaralığında… Turnike atmayı Beyaz Gölge’den öğrendiğimiz, Doktor Richard Kimble babamızın oğluymuş gibi, ******** Falconetti’ye küfürler ettiğimiz, polisimizi Komiser Colombo, hukukumuzu Avukat Petroçelli’den ibaret sandığımız, kapı gibi adam McMillan’ın aids’ten ölene kadar eşcinsel olduğunu bilmediğimiz hayal kırıklıklarında… Kunta Kinte gibi zenci olmadığı halde, Isaura’nın neden köle olduğunu anlayamadığımız, yamuğunu gördüğümüz arkadaşlarımıza 'n’aber lan Ceyar' diye seslendiğimiz, saat kurup, sabahın kör karanlığında kalkarak, uykulu gözlerle Muhammed Ali’nin maçını seyrettiğimiz, onunla birlikte kelebek gibi uçup arı gibi soktuğumuz masum tiryakiliklerde… İstanbul’da basılan gazetelerin ülkeye ertesi gün ulaşabildiği, sadece TRT’nin var olduğu, haberleri Jülide Gülizar’ın Zafer Cilasun’un okuduğu, bizim ahali akıl edemez diye düşündüklerinden olsa gerek, 'televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız' diye uyarı yazısı koydukları, necefli maşrapa zavallılığında… Çamaşır makineleri merdaneli, Haile Selasiye Habeşistan imparatoruyken… Ve dönüp bakıyoruz geriye… Wi-fi’larımız, iPad’lerimiz, akıllı telefonlarımız, çanak antenlerimiz yoktu ama, daha mutluyduk galiba..
________________
Sanalı bıraktım..
|
|
|
Şu anda bu konuyu görüntüleyen etkin kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 ziyaretçi) | |
|
|