IRCForumu.ORG   sohbetkacak
reklamalanı


 
 
Seçenekler Stil
Alt 01 Ağustos 2021, 13:47   #1
Standart Küreselleşen dünya

-SSCB’DE DEĞİŞİM VE SONUÇLARI



1.SSCB’DE POLİTİKA DEĞİŞİKLİKLERİ VE NEDENLERİ

Soğuk Savaşı’n taraflarından biri olan Doğu Bloku 1980’lerden itibaren büyük bir değişime mecbur kalmıştı. SSCB’nin mevcut sistemi işlemez durumdaydı. Buna rağmen SSCB bütün kaynaklarını nükleer silahlanmaya aktararak dünyadaki güçlü konumunu sürdürmek istiyordu. Fakat SSCB mevcut hâliyle bu yarışı sürdürecek güce sahip değildi.

Gorbaçov, ocak 1987’de glasnostu, kasım ayında ise perestroykayı açıkladı. Gorbaçov bu hamlesiyle Sovyet komünizminin yapısını değiştirmeye karar vermişti.

Gorbaçov açıklık ve yeniden yapılanma programlarıyla, komünist iktidarın tepki çeken baskılarını demokratik bazı uygulamalarla halk egemenliğine yaklaştırmak istiyordu. Ayrıca ekonomik yapıda radikal değişikliklerle ülke ekonomisini canlandırmayı, ekonomiye yeni bir dinamizm kazandırmayı ve Sosyalist Blok içindeki toplumsal olayları yatıştırmayı hedefliyordu. Böylece devlet yönetimi daha demokratikleşecek, ülke ekonomisi düzeltilerek ABD ile rekabet edebilecek hâle gelinecekti.

1988’de Sosyalist Teşebbüs Kanunu ile işletmelerin yöneticilerine geniş yetkiler verildi. Gorbaçov bu ve benzeri yeniliklerle kapitalist sistemin üretimde başarı sağlayan yöntemlerini sosyalist sistemin içinde kullanmaya çalışıyordu. SSCB, 1989’da ani bir kararla 1979’dan beri işgal altında bulundurduğu Afganistan’dan çekildi. Ekonomide, sanayide ve teknolojide geri kalınması, nükleer silahların azaltılması isteğine Afganistan’ dan çekilme de eklenince süper güç SSCB imajı zedelendi.





2.SSCB’NİN DAĞILMASI

Gorbaçov perestroika ile siyasi sistemi, devlet örgütünü ve hükûmet yapısını yeniden düzenlemeyi hedeflemişti. Bunun için Gorbaçov, SSCB içindeki Letonya, Estonya ve Litvanya gibi cumhuriyetlerde başlayan bağımsızlık hareketlerine ve milliyetler sorununa çözüm bulmak için Aralık 1990’da “Egemen Devletler Birliği Antlaşması” fikrini ortaya attı.

Gorbaçov, bu Antlaşma ile SSCB içindeki cumhuriyetler arasında daha sıkı bir ekonomik iş birliğini isterken birlik içindeki en büyük cumhuriyet olan Rusya Federasyonu’nun lideri Boris Yeltsin, Mayıs 1990’da serbest pazar ekonomisi ve ekonomik bağımsızlık isteyerek Haziran 1990’da bağımsızlığını ilan etmişti. Aynı zamanda SSCB içindeki birçok cumhuriyet de bağımsızlığını ilan etmişti.

Gorbaçov’un öne sürdüğü ve 10 cumhuriyet tarafından kabul edilen “Egemen Devletler Birliği Antlaşması’nın 20 Ağustos 1991 günü imzalanması kararlaştırıldı. Çok önemli bir sorunu çözdüğüne inanan Gorbaçov ailesiyle beraber 5 Ağustosta Kırım’daki yazlığına tatile gitti.

SSCB’ye bağlı cumhuriyetlerdeki bağımsızlık ilanlarına karşı Gorbaçov’un gerekli tedbirleri almadığını düşünen ve “Egemen Devletler Birliği Antlaşması’na karşı olan ordu içindeki bazı komutanlar, bakanlar ve KGB liderinin aralarında bulunduğu bir grup, 18 Ağustos 1991 günü Gorbaçov’a karşı bir darbe yaptı.

Gorbaçov ve ailesi Kırım’da ev hapsine alındı. 19 Ağustos 1991 günü tanklar Rusya Federasyonu Parlementosunu çembere alırken, Boris Yeltsin darbeyi yapanlara karşı halkı her yerde gösteri ve grevler yapmaya çağırdı. Yeltsin’in çağrısı hem halktan hem de Batılı devletlerden büyük destek gördü. Kısa süre sonra darbe yapanlar dağılmak zorunda kalırken Yeltsin’i halkın gözünde bir kahramana dönüştürdü.

Devlet Başkanlığı görevine bir süre daha devam eden Gorbaçov, 25 Aralık 1991’de bu görevinden de istifa etti ve yerine Boris Yeltsin geçti.



3.SSCB’NİN DAĞILMASININ DOĞU AVRUPA’YA ETKİSİ

Gorbaçov’un “Her ulus istediği kalkınma yolunu seçme, kendi kaderini tayin etme, topraklarını ve insan kaynaklarını istediği gibi kullanma hakkına sahiptir.” açıklaması Doğu Avrupa’da da etkisini gösterdi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyet hegemonyasına karşı ilk başkaldırıyı gerçekleştiren Çekoslovakya, Macaristan ve Polonya başta olmak üzere Doğu Avrupa’daki tüm Sovyet uydusu ülkelerindeki aydınlar ve milliyetçiler harekete geçti.

Kısa süre sonra bu ülkelerdeki sosyalist yönetimler yıkıldı ve devletler SSCB’ye karşı bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu devletlerden Çekoslovakya hiçbir çatışma olmadan Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrıldı.



4.SSCB’NİN DAĞILMASININ DÜNYA GÜÇLER DENGESİ ÜZERİNE ETKİLERİ

1991 yılında SSCB’nin dağılması ile Doğu Bloku çöktü. Kontrol, Batı Bloku’nun dolayısıyla ABD’nin eline geçti. Artık ABD dünyanın lider ülkesi ve tek süper gücü olarak görülmeye başlandı. SSCB’ye üye olan devletlerden bazıları Rusya Federasyonu önderliğinde Bağımsız Devletler Topluluğunu kursalar da SSCB’nin dünya üzerindeki etkisine sahip olamadılar.

2001’de ülkesindeki terör olaylarını gerekçe gösteren ABD, Ekim 2001’de Afganistan’a, Nükleer silahlanmayı önlemek iddiasıyla Mart 2003’te de Irak’a askerî müdahalede bulundu. Afganistan müdahalesi ABD’ye önceden SSCB kontrolünde bulunan Orta Asya’daki zengin enerji kaynaklarına yakın olma imkânı verdi.

Irak’a yaptığı müdahale ve sonrasındaki gelişmeler petrol bakımından çok zengin olan Basra Körfezi bölgesinin kontrolünün ABD’nin eline geçmesini sağladı. Avrupa Birliği ABD’ye karşı bir dengeleyici güç unsuru olmaya çalıştıysa da İngiltere’nin ABD’nin yanında yer almasından dolayı başarılı olamadı.

1996’da Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın “Şanghay Beşlisi” adı ile kurdukları iş birliği yapılanması 2001’de Özbekistan’ın da katılımıyla “Şanghay İş Birliği Örgütü” adını aldı.

Enerjinin bütün dünyada devletler arası ilişkilerde ağırlık merkezi hâline geldiği günümüzde enerji kaynakları bakımından son derece zengin, genç nüfusa sahip, ekonomik yapısı güçlü bu örgütlenme artık dünyada önemli bir güç hâline gelmiştir. Hindistan, İran, Pakistan ve Moğolistan bu örgütlenmeye gözlemci ülkeler olarak destek vermektedir.



B-ASYA’DA YENİDEN YAPILANMA



1. TÜRK CUMHURİYETLERİ BAĞIMSIZ OLUYOR

Rusya’da 1917 İhtilali sırasında Bolşeviklerin “Milletler kendi kaderlerini tayin edebilecekler ve bağımsız devletler kurabilecekler.” sözleri üzerine Türklerde oluşan bağımsızlık umudu, ihtilal sonrasında hüsran ile sonuçlanmıştı.

Gorbaçov’un açıklık ve yeniden yapılanma politikaları Türklerin bağımsızlıklarını kazanmaları için iyi bir fırsat oldu. SSCB’nin dağılmasıyla Türkler bağımsızlıklarını elde ettiler.

Türkiye daha bağımsızlıklarını ilan ettikleri günden başlayarak bu kardeş devletlerle yakından ilgilenmeye başlamış, onlara örnek olarak Batı’ya açılan pencereleri olmuştur.



a. AZERBAYCAN

Rusya’daki sosyalist sistem giderek halkın isteklerini karşılayamaz oldu. 1985’te Sovyet yönetiminin başına geçen Mikhail Gorbaçov bunu gördü. Glasnost ve perestroyka adı verilen yeni bir politika belirledi. Bu açıklık ve yeniden yapılanma politikasından Azerbaycanlılar da yararlandı. Ebulfeyz Elçibey’in önderliğinde Halk Cephesi adıyla bir örgüt kuruldu (19 Haziran 1989).

Azerbaycan’a bağımsızlık verilmesi istendi. Bu durum Moskova’nın hoşuna gitmedi. Ermeniler kışkırtılarak Ermeni- Azeri çatışması yaratıldı. 19-20 Ocak 1990’da Kızıl Ordu Bakü’ye girdi. Bu durum Halk Cephesi’nin yeraltına inmesine yol açtı. Mart 1990’da seçimler yapıldı ve

Ayaz Muttalibov Cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ağustos 1991’de Azerbaycan’ın bağımsızlığı ilân edildi.

18 Ekim 1991’de yapılan halk oylaması ile bu karar daha da pekiştirildi. Ancak, Muttalibov halkla uyuşamadı. 25 Şubat 1992’de Suşa ve Hocalı’da büyük katliamlar oldu. Bunun üzerine Muttalibov istifa etti.

Mayıs ayında tekrar cumhurbaşkanı oldu ise de halk bunu kabul etmedi. İsyan çıktı. Muttalibov Moskova’ya kaçtı. 7 Haziran 1992’de Elçibey Cumhurbaşkanı seçildi. Ancak 16 Haziran 1993’te görevinden çekilmek zorunda kaldı. Yerine Haydar Aliyev getirildi.

Azerbaycan'daki rejimin yerine oturamamasından yararlanan Dağlık Karabağ Ermenileri Azerbaycan'dan ayrılmak istediler Bu durum Ermenistan ile Azarbaycan arasında savaşa yol açtı. Dağlık Karabağ sorunu henüz çözülememiştir.

Petrol, doğal gaz ve demir satışı Azerbaycan ekonomisi için önemli gelir kaynağıdır. Ülkede enerji, maden ve petrokimya sanayi gelişmiştir. Eğitim ve kültürel faaliyetler diğer Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine göre daha ileri seviyededir.



b. KAZAKİSTAN

22 Haziran 1989’da Kazakistan Komünist Partisi başkanlığına getirilen Nazarbayev, Mikhail Gorbaçov’un Glasnost-Perestroyka politikasına destek verdi. Bunun karşılığı olarak da Kazakistan’ın haklarının korunmasını sağladı.

Kazakistan petrolünün, doğalgazının ve madenlerinin dış piyasada uygun fiyatla satılmasını istedi. İzlediği tutarlı ve akılcı politika ona büyük saygınlık kazandırdı. 1989 yılı Eylül’ünde resmi dilin Kazak Türkçesi olduğunu ilân etmesi halkın güvenini daha da arttırdı.

26 Mart 1990’da seçilen parlamento 24 Nisan 1990’da Nazarbayev’i cumhurbaşkanı seçti. Nazarbayev parlamento desteği ile Rusların Kazakistan’daki nükleer deneme yapmalarını engelledi.

1 Aralık 1991’de yeniden 5 yıl için cumhurbaşkanı seçildi. Kazak geleneklerine uygun şekilde makamına oturdu. 16 Aralık 1991’de Kazakistan’ın bağımsızlığını ilân etti.

Kazakistan, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurulmasında önemli bir rol oynamıştır. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Mayıs 2006’dan beri BDT Devlet Başkanları Konseyi başkanıdır. Ayrıca Kazakistan Avrasya Ekonomik Topluluğu (AET), Şangay İş Birliği Örgütü (ŞİO), gibi bölgesel örgütlenmeler ile BM, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) (İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)) , Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) ve diğer uluslararası ve bölgesel kuruluşlarda aktif bir rol oynamaktadır.



c. KIRGIZİSTAN

27 Ekim 1990’da cumhurbaşkanı seçilen Asker Akayev, merkeziyetçi ekonomiden, liberal ekonomiye geçişi sağlayacak yasal düzenlemeler yaptı. Eğitim dilini Kırgızcaya çevirerek Kırgızların ulusal dillerini kullanmalarına, ulusal kültürlerini geliştirmelerine ve ulusal kimliklerini tanımalarına yardımcı oldu. 12 Aralık 1991’de Kırgızistan bağımsızlığını ilân etti.

Kırgızistan 1991’de BDT’ye, 1992’de BM ve AGİT’e üye oldu.

Kırgızistan’ın yetiştirdiği ve bütün dünyada tanınan önemli bir yazar olan Cengiz Aytmatov’un romanları ülkemizde de büyük ilgi görmektedir.

Ülke ekonomisi daha çok tarım ve madenciliğe dayalıdır. Ülkede son yıllarda doğal güzelliklerin etkisi ile turizm faaliyetleri de hızlanmakta ve bu da ülke ekonomisine büyük katkı sağlamaktadır.



d. ÖZBEKİSTAN

1989 yılı Haziranında Özbekistan Komünist Partisi Birinci Sekreterliğine İslam Abdulganiyeviç Kerimov’un getirilmesinden ve Sovyetler Birliği'nin dağılmaya başlaması üzerine bağımsızlığa doğru giden yol açıldı. Zira Mart 1990’da başkan seçilen Kerimov, Sovyetlere karşı bir politika izledi. Rusya’nın Özbekistan’ı hammadde deposu olarak gördüğünü bunun da Özbek halkını geri bıraktığını belirtti.

Kerimov, Özbekçeyi resmi dil ilan etti. Özbekistan anayasasında hiçbir etnik gruba ve azınlığa anayasadaki yurttaşlık hakları dışında bir hakkın verilmesine izin vermedi. Özbek ulusçuluğunun geliştirilmesine önem verdi. Rusçanın çeşitli alanlardaki etkinliğini azaltmaya başladı.

Nitekim televizyon programlarındaki Rusçanın ağırlığı giderek azalmaktadır. Halkından güç alan Kerimov, 31 Ağustos 1991’de Özbekistan’ın bağımsızlığını ilân etti. 29 Aralık 1991’de de Cumhurbaşkanlığı‘na seçildi. Ekonomiyi liberalleştirdi, sistemi demokratikleştirdi. Rusya Federasyonu ile çatışmaya girmedi.

Özbekistan, bağımsızlığını kazandıktan sonra gelişmiş ülkelerle özellikle, ekonomik anlamda ilişkiler kurarak Orta Asya’nın güçlü devletlerinden biri hâline gelmiştir.



e. TÜRKMENİSTAN

Sovyet rejiminin Türkmenistan’da yerleşmesini engellemeye çalışan Türkmenler, Sovyet yöneticilerince çeşitli suçlarla suçlanarak cezalandırıldılar, sürgüne gönderilerek ülkeden uzaklaştırıldılar. Türklerin direnişleri diğer cumhuriyetlerde olduğu gibi çok kanlı bir şekilde bastırıldı. Bu durum Gorbaçov’un devlet başkanı olmasına kadar sürdü.

Türkmenistan Komünist Partisi başına getirilen Leningrad Üniversitesinde okumuş Komünist Partisinin her kademesinde görev yapmış olan Sapar Murat Atayeviç Niyazov, önce Türkmenler arasındaki kabilecilik ayrışmasını durdurdu.

Türkmen aydınlarıyla işbirliği yaparak Sovyetlerin Türkmenistan’ı sömürdüğünü, aldığından daha az para vererek halkı fakirleştirdiğini yüksek sesle dile getirdi. Ulusal kimliğin simgesi olan Türkmen diline sahip çıktı ve Rusçanın yanında resmi dil olmasını sağladı.

1990’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini %99.5 oy ile kazandı. Rusya’da Sovyet sistemi çökerken Niyazov ,Türkmenistan’ın bağımsızlığı konusunda halk oyuna başvurdu ve halkın %93’ünün bağımsız olmak istediğini, bu oylama ile tespit etti. Nitekim, Türkmenistan Parlamentosu 27 Ekim 1991’de oybirliği ile Türkmenistan’ın bağımsızlığını kabul ederek tüm dünyaya duyurdu.

Türkmenistan ekonomisinin temeli doðal gaz ve petrolden oluşur. Türkmenistan Orta Asya Cumhuriyetleri arasında en büyük doğal gaz rezervlerine ve yıllık üretim kapasitesine sahiptir. Özbekistan’dan sonra bölgede en fazla pamuk üreten Türkmenistan’ın ihracatının % 20’sini pamuk oluşturur.

Türkmenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke Türkiye olmuştur. Türkmenistan-Türkiye ilişkileri hızlı bir şekilde gelişmektedir. İki ülke arasında “Ekonomik ve Ticari İş Birliği Anlaşması” imzalanmıştır. Ayrıca Latin alfabesine geçiş, Türkmen öğrencilerin ülkemizde yüksek öğrenim görmesi, Türkmenistan’da ortak okullar açılması gibi çalışmalar yapılmaktadır. Aşkabat’ta bulunan Türkmenistan-Türk Üniversitesi ortak olarak kurulmuştur.



2.Bağımsız Devletler Topluluğu

Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT), SSCB’nin dağılmasının ardından 21 Aralık 1991’de “Almatı Zirvesi” sonucu 11 cumhuriyetin (Azerbaycan, Ermenistan, Belarus, Kazakistan, Moldova, Kırgızistan, Rusya, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, Ukrayna) katılımı ile kurulmuştur.

Topluluğa kuruluş aşamasında Baltık Devletleri ve Gürcistan katılmamıştır. Topluluğa Aralık 1993’te katılan Gürcistan, 2008 Güney Osetya Savaşı sonrasında Meclis kararı ile 15 Ağustos 2008’de BDT’den ayrılmıştır. Türkmenistan ise 2005’te üyelikten ayrılmış ve Topluluğa gözlemci ülke olarak katkıda bulunmaktadır.

Siyasi bir birlik olarak kurulan BDT zamanla üye ülkeler arasında yapılan ekonomik iş birliği ve ortaklık anlaşmalarıyla ekonomik bir özellikte kazanmıştır. Günümüzde BDT, yaklaşık 240 milyonluk nüfusu, dünyanın toplam doğal kaynaklarının % 25’i ve sanayi potansiyelinin % 10’una sahip önemli bir güç merkezi hâline gelmiştir



3.Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA)

TİKA, 24 Ocak 1992’de başta Türk dilinin konuşulduğu ülkeler ve Türkiye’ye komşu ülkeler olmak üzere; gelişmekte olan ülkelerin kalkınmalarına yardımcı olmak, bu ülkelerle ekonomik, teknik, sosyokültürel ve eğitim alanlarında iş birliğini geliştirmek amacıyla kurulan bir teşkilattır.



C. DOĞU BLOKUNDAN SONRA AVRUPA’DA YENİ ARAYIŞLAR

Gorbaçov’un 1985 yılında iktidara gelmesiyle başlayan değişim ve gelişmeler Orta ve Doğu Avrupa’da bulunan SSCB’ye bağlı uydu devletleri de etkiledi ve onları sistem değişikliğine yöneltti. Zaten daha önce 1953’te Çekoslovakya ve Doğu Almanya, 1956’da Macaristan ve Polonya SSCB hegemonyasına karşı ilk başkaldıran uydular olmuşlardı. Doğu Avrupa’daki bütün uydu devletler bağımsızlıklarını kazanmak için önce kendi ülkelerindeki komünist partilerin kontrollerinden kurtulma yoluna gitmişler ve genellikle demokratik eylemler ve seçimler yoluyla bunu gerçekleştirmişlerdir.

1990’da birçok Doğu Bloku ülkesinde halktan da gelen değişim talepleri sonucunda komünist partilerde değişimler yaşanırken, bazıları da kendilerini fesh etme yoluna gitti ve bu ülkelerde çok partili hayata geçildi. Doğu Bloku dağılırken, önce COMECON, sonra da Varşova Paktı’na son verildi (1991).

Doğu Blokunun yıkılması, Soğuk Savaşı’n sona ermesine neden oldu. Bu da, 1990’lı yılların başlarında dünyada yeni bir durumun ortaya çıkmasına, aynı zamanda güç dengelerinde yeni gelişmelere ve yapılaşmalara yol açtı. SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan devletlerden bazıları BDT’yi kurarken Doğu Blokuna dâhil bir çok ülke de NATO’ya ve AB’ye üye oldu.



1. İki Almanya’dan Tek Devlete

II. Dünya Savaşı’nın sonunda SSCB uydusu olarak kurulan Demokratik Almanya ile Batı Blokuna dâhil olan Federal Almanya’nın birleştirilmesi, Soğuk Savaş Döneminin en önemli sorunlarından biri olmuştu.

1989’da Demokratik Almanya’nın kendi vatandaşlarına ülkeden çıkış vizesi vermesi üzerine on binlerce kişinin Batılı ülkelerin büyükelçiliklerine sığınarak iltica talebinde bulunması, uluslararası bir sorun hâline geldi.

9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı geçişlere açıldı. İki Almanya arasında gezi ve göç serbestliği başladı. İki kutuplu dünyanın sembollerinden biri olan Berlin Duvarı 14 Ocak 1990’dan sonra yıkılmaya başlandı. Federal Almanya Başbakanı Helmut Kohl’ün iki Almanya’nın birleşmesiyle ilgili olarak, önce sıkı bir iş birliğini sonra da aşamalı şekilde birliği öngören planını SSCB’nin de kabul etmesiyle 3 Ekim 1990’da iki Almanya resmen birleşti.

SSCB dağılınca onun yerine Rusya, ordusunun Berlin’de kalan son bölümünü 31 Ağustos 1994’te, Batılı müttefikler de askerlerini 9 Eylül 1994’te geri çekti.

2. Avrupa Ekonomik Topluluğundan (AET) Avrupa Birliğine (AB)

1957’de imzalanan Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu adını alan Birlik önce malların gümrük vergisi ödenmeksizin üye ülkeler arasında serbestçe alınıp satılmasını amaçlıyordu.

1972’de üye sayısı altıdan dokuza çıkmıştı. 7 Şubat 1992’de imzalanan ve Kasım 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile Avrupa Topluluğu, Avrupa Birliği adını aldı. 1995 ve 2004 yılında Birliğe yeni üyelerin katılımı ve üyeler arasındaki ekonomik farklılıklar yeni yapısal programların uygulanmasını zorunlu kıldı.

a. Maastricht Kriterleri

Söz konusu kriterler şunlardır:

- Üyelerin yıllık ortalama enflasyon oranı, en düşük yıllık enflasyona sahip üç üye devletin enflasyon ortalamasını en fazla 1,5 puan geçebilir.

- Üye devletlerin bütçe açığı oranı, gayri safi yurt içi hasılasının (% 3’ünü aşmaması gerekir.

-Üye devletlerin kamu borcunun, gayri safi yurt içi hasılalarının % 60’ını geçmemesi gerekir.

-Her üye devletin uzun vadeli faiz oranı, en düşük orana sahip üç üye devletin faiz oranını en fazla 2 puan aşabilir.

-Üye devletlerin ulusal paraları, Avrupa Döviz Kuru mekanizmasının izin verdiği normal dalgalanma sınırları içinde kalmalıdır.



b- Kopenhag Kriterleri

Bu kriterlere göre aday ülkeler; demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlık hakları ve işleyen bir piyasa ekonomisi alanlarında belirli bir seviyeye gelmiş olmalıdırlar. AB, bu kriterlere uygun gördüğü birçok Doğu Avrupa ülkesini özellikle 2004 yılından sonra tam üyeliğe almıştır.



c. AB ve Dünya

Doğu Blokunun yıkılıp yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkmasıyla güçler dengesinde büyük değişiklikler oldu. Bu durum, uluslararası ilişkileri ve dünyanın yeniden yapılanmasını önemli ölçüde etkiledi. Avrupa’da ortaya çıkan siyasi boşluğu doldurmak adına AB’nin önemi daha da artmıştır. Zamanla büyük bir ekonomik güç hâline gelen AB, uluslararası problemleri çözme konusunda yeterli performansı gösterememiştir.



3.NATO’nun Avrupa’da Genişlemesi

Doğu Blokunun yıkılmasından sonra kendi başlarına hareket etme özgürlüklerine kavuşan Doğu Avrupa ülkeleri güvenlik arayışı içine girmişlerdir. Bu ülkeler NATO’ya girerek güvenlik sorunlarını çözmekle beraber ABD ve Batılı ülkelerle siyasi ve ekonomik bağlarını güçlendirmeyi amaçlamışlardır.

Bu ülkelerin NATO’ya üyeliği Avrupa’nın tarihî bölünmüşlüğünün üstesinden gelmek için büyük bir adım olarak da kabul edilmiştir. Bu amaçla Ocak 1999’da ilan edilen “Barış İçin Ortaklık (BİO)” (PFP-The Partner Ship for Peace) adıyla bir ortaklık programı uygulamaya konularak NATO ile yakınlaşmaları ve farklı tarihlerde üye olma imkânı sağlanmıştır.

Nisan 2008’de Bükreş’te yapılan NATO Zirvesi’nde, Rusya’nın bütün karşı çıkmalarına rağmen, Ukrayna ve Gürcistan’ın ileride NATO’ya tam üye olacakları karar altına alınmıştır. Ayrıca Arnavutluk ve Hırvatistan 2009’da üye olma hakkı kazanırken Makedonya, Yunanistan tarafından veto edilmiştir. Kıbrıs Rum Yönetimi de katılım için başvuru yapmış fakat Türkiye tarafından veto edilmiştir.



D. TÜRKİYE VE AVRUPA BİRLİĞİ

1. Türkiye’nin AB Serüveni



a- Ankara Antlaşması ve Katma Protokol: Türkiye, AET’nin kurulmasından kısa bir süre sonra Temmuz 1959’da Topluluğa tam üyelik için başvurmuştur. 12 Eylül 1963’te Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Ancak Ankara Anlaşması, geçiş dönemi hükümleri ve tarafların üstleneceği yükümlülükleri belirten Katma Protokol (1973) öngörüldüğü şekilde uygulanamamıştır.

AB ve Gümrük Birliğinin temsil ettiği kalkınma modeli dışarıya açık, bütünleşmeyi öngören bir model iken, ülkemizde 1970’li yıllarda içe dönük, “ithalat ikamesi”ne dayalı politikalar uygulanmıştır.

b- Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne Giriş: Türkiye, 14 Nisan 1987’de tekrar AB’ye tam üyelik müracaatında bulunmuştur. Süren müzakereler sonunda Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği, 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

c- Avrupa Birliği’nin Genişleme Süreci ve Türkiye: Avrupa Birliği, 1993 Kopenhag Zirve Toplantısı’nda aldığı kararlar uyarınca eski Varşova Paktı ülkeleri olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini kapsayan bir genişleme süreci başlatmıştır. Türkiye ise genişleme kapsamına alınmamıştır.

12-13 Aralık 1997 tarihlerinde Lüksemburg’da yapılan Avrupa Birliği Zirvesi’nde Türkiye’nin tam üyeliğe ehliyeti bir kez daha teyit edilmiştir. AB Komisyonunun 1999’da açıkladığı raporda, Türkiye tam üyeliğe aday gösterilmiş ve ülkemize de somut bir “Katılma Ortaklığı Stratejisi” önerilmiştir.

10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan AB Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi’nde Türkiye, oy birliği ile Avrupa Birliğine aday ülke olarak kabul edilmiştir.

Tarama Süreci: AB müzakerelere başlamamış aday ülkelerin katılım hazırlıklarını hızlandırmak amacıyla tarama süreçlerini uygulamaya koymuştur. Ülkemiz için 13 Kasım 2001 tarihinde hazırlanan 4. İlerleme Raporu ve Strateji Belgesi’nde, Türkiye’nin gerçekleştirdiği değişikliklere rağmen Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmemiş tek aday ülke olduğu belirtilmiştir.









E. YENİ OLUŞUM SÜRECİNDE BALKANLAR

1. Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin Dağılması

Birinci Dünya Savaşı′ndan sonra kurulan Yugoslavya, Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Slovenya, Makedonya ve Karadağ′dan oluşan federal bir devlet idi. 1980′de Tito′nun ölümü ile cumhuriyetler arasındaki ilişkiler bozulmaya başladı.

Temmuz 1989′da Slovenya Parlamentosu bağımsızlığını ilan etti. Bunu Hırvatistan izledi. Bu iki gelişme Yugoslavya parçalanma sürecini hızlandırdı. Mart 1991′de Sırp-Hırvat çatışmaları başladı. Haziran 1991 ′de Yugoslav (Sırp) ordusu Slovenya′ya girdi. 8 Eylül 1991′de ise Makedonya bağımsızlığını ilan etti.

Yugoslavya da parçalandı. Hırvatistan, Slovenya, Makedonya ve Bosna-Hersek bağımsız oldular. Ancak, Bosna-Hersek'te 1992'de çıkan iç savaş 1996'ya kadar sürdü.

27 Kasım 1991′de Bosna-Hersek′in bağımsızlık ilanı ile Yugoslavya′yı oluşturan 6 cumhuriyetten Sırbistan ve Karadağ dışındaki 4′ü bağımsız oldu. Aralık 1991′de, Bosna Hersek′teki Hırvat ve Boşnaklar, bağımsız bir devlet olarak tanınmalarını istedi. Buna karşılık Bosnalı Sırplar da kendi bağımsızlıklarını ilan etti.

Avrupa Topluluğu, Slovenya ve Hırvatistan ve Bosna Hersek′i tanıdı. Bosna-Hersek′te Müslüman Boşnaklar ve Hırvatlarla, Bosnalı Sırplar arasında artan gerginlik Mart 1992′de çatışmaya dönüştü.

Bosnalı Sırplar, Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç′in desteği ile Bosna-Hersek′te etnik arındırma çalışmalarına başladı. Bosna Sırp Cumhuriyeti Başkanı Radovan Karadziç ve General Ratko Mladiç′in öncülüğündeki Sırplar, Bosna-Hersek′teki Boşnak ve Hırvatları acımasızca katletmeye girişti.

NATO, Sırp saldırılarını önlemek üzere 10 Temmuz 1992′de Adriyatik Denizi′ne donanma göndermeyi kararlaştırdı. Yugoslavya′nın AGİK üyeliği askıya alındı. NATO Akdeniz Daimi Kuvveti, 15 Temmuz 1992′de Adriyatik Denizi′ne giderek Yugoslavya′ya uygulanan ambargoyu kontrole başladı.

Sırp saldırıları uluslararası diplomatik çabalara rağmen durmadı. ABD′nin girişimleri ile bir araya gelen Boşnak ve Hırvat liderler, Mart 1994′te iki kesimli bir federasyonu öngören bir anayasal metni imzaladı. Türkiye, Bosna Hersek′te bulunan BM Barış Gücü′ne bir askeri birlik ile katılarak Temmuz 1994′te Zenica′ya yerleşti.

1994 yılında NATO uçakları BM′nin ilan ettiği uçuş yasağını uygulamaya başladı. Mart 1994′te Bosnalı Müslümanlar ve Hırvatlar anlaşmaya vararak birbirleriyle savaşmaktan vazgeçti.

29 Ağustos 1995 tarihinde Sırp mevzilerini hedef alan NATO askeri müdahalesi başlatıldı. Sırplar uluslararası baskılar sonucu anlaşma masasına oturmaya razı oldu.

Bosna Savaşı′nı bitiren Dayton Antlaşması 21 Kasım 1995 Bosna-Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan cumhurbaşkanları tarafından imzalandı. Antlaşma ile Bosna-Hersek, "Bosna-Hersek Federasyonu" ve "Sırp Cumhuriyeti"nden oluşan bir devlet haline getirildi.

Nüfusunun % 75′ini Boşnakların oluşturduğu Srebrenica, 16 Nisan 1993′te BM tarafından, Saraybosna, Tuzla, Jepa, Gorajde ve Bihaç ile birlikte BM Barış Gücü denetiminde güvenli bölge ilan edildi. Temmuz 1995′de komşu bölgelerden kaçan on binlerce Müslüman, 10.000 nüfuslu Srebrenica′ya sığınmak zorunda kalınca nüfus bir anda 60.000′e kadar yükseldi.

Sırplar stratejik bir kent olan Srebrenica′yı ele geçirmek için binlerce sivilin sığındığı bu kenti kuşattı. Kente sığınmış kalabalıklar orada bulunan 600 civarındaki Hollandalı barış gücü askerinin koruması altında idi. Sırplar şehri bombalamaya başladı. Sivil halk BM Barış Gücü′ne mensup Hollanda askerlerine sığınmaya çalıştı.

Sırplar 11 Temmuz′da şehre girerek Müslümanların silahlarını teslim etmelerini istedi. 12 ile 77 yaş arası bütün erkekler "savaş suçlusu sanıkları sorguya çekme" bahanesiyle ayrıldı.

Hollandalı BM barış gücü kendilerine sığınan 5000 Müslümanı Sırplara teslim etti. Buna karşılık Sırplar ellerinde tuttukları 14 Hollandalı askeri serbest bıraktı. 16 Temmuzda BM ile Sırplar arasındaki müzakereler neticesinde Hollandalılar Srebrenica′yı terk etmeye başladı.

Sırpların Srebrenica′da ilk beş gün içinde katlettiği Müslüman Boşnak sayısı 10.000 civarındadır. Srebrenica′da kurşuna dizme, yakma, diri diri gömme gibi insanlık dışı birçok yöntem uygulandı. Öldürülen Müslümanların cesetleri sayısı 64′ü bulan toplu mezarlara gömüldü. Cesetlerin çoğu kimliklerinin tespit edilememesi için parçalanmıştı.



Kosova Sorunu

Kosova′da yaşayan Sırp ve Arnavut unsurlar, XX. yüzyıl boyunca bölgenin kontrolünü elde etmek için rekabet içinde olmuştur. Miloseviç 1989′da Kosova′nın özerk statüsünü iptal ederek bölgeyi doğrudan Belgrad′a bağladı. Kosova′da binlerce Arnavut ayaklandı.

Kosovalı Arnavutlar Temmuz 1990′da bağımsızlıklarını ilan etti. Buna karşın Sırbistan yönetimi de Kosova Meclisi′ni feshetti. Kosovalı Arnavutlara ait kültür kurumları kapatıldı ve Arnavutça eğitime son verildi. 1996′da Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) Sırp devlet görevlilerine yönelik saldırılara başladı. Sırbistan, Şubat 1998′de Kosova′da etnik temizlik başlattı. Yüz binlerce mülteci Kosova′dan kaçmaya başladı.

NATO, Sırp hedeflerine Mart 1999′da hava operasyonları düzenledi. Kosova′yı BM idaresine bırakan karar çerçevesinde NATO gücü KFOR bölgede konuşlandırıldı. Sırp birlikleri geri çekilmek zorunda kaldı.

Kosova′nın 17 Şubat 2008 tarihindeki bağımsızlık ilanını tanıyan ilk devlet Kosta Rika oldu. ABD ve Avrupalı devletlerin destek verdiği Kosova′nın bağımsızlığını ilk tanıyanlardan birisi de Türkiye′dir. Kosova′nın bağımsızlığını Sırbistan ve Rusya, İspanya, Güney Kıbrıs, Yunanistan, Romanya ve Slovakya tanımamıştır.



Makedonya

Eski Yugoslavya′yı oluşturan altı cumhuriyetten biri olan Makedonya, Yugoslavya′nın dağılmasıyla birlikte 21 Kasım 1991′de bağımsızlığını ilan etti.

Yugoslavya döneminde Makedonya′da Türklerle birlikte kurucu millet statüsünde olan Arnavutlar, Makedonya′nın bağımsızlığı ile bu haklarını kaybettiler. Bu nedenle anayasanın değiştirilmesi istendi. Makedonya yönetimi bu istekleri reddederek Arnavutça eğitim ve siyasi temsil hakkı gibi konularda Arnavutların önüne set çekti.

Makedonya′nın % 30′unu oluşturan Arnavutlar siyasi ve kültürel hakları için Makedonya yönetimine karşı silahlı mücadeleye başladı. Makedonya′nın bağımsızlığı, BM tarafından 1993 yılında tanındı. BM, isim anlaşmazlığı nedeniyle Makedonya′yı Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti olarak tanımaktadır.



AB - ABD - Rusya ve Balkanlar

1990′larda Balkanlarda yaşanan çatışmalar sırasında oldukça etkisiz kalan Avrupa Birliği, bugün Arnavutluk, Hırvatistan, Bosna, Makedonya ve Sırbistan Karadağ ile siyasi ve ekonomik bağlarını güçlendirme amacına dönük adımlar atmakta ve Balkan ülkelerinin kalkınma projelerini desteklemektedir.

ABD bölgede yaşanan bağımsızlık süreçlerini desteklemektedir. En son Kosova′nın Sırbistan′dan bağımsızlığını desteklemiş ve yeni kurulan bu devleti ilk tanıyan ülkelerden birisi olmuştur. Balkanlarda yaşanan gerginlik ve çatışmalarda Sırbistan′ın en büyük destekçisi Rusya′dır. Ruslar Balkanlarda yaşanan ve ABD′nin destek verdiği bağımsızlık sürecinden rahatsız durumdadır.



2. Arnavutluk’ta Demokratikleşme Süreci

XV. yüzyılda Osmanlı hâkimiyetine giren Arnavutluk, 1912’de bağımsız oldu. II. Dünya Savaşı’nda İtalyanlar tarafından işgal edilen Arnavutluk Enver Hoca liderliğinde, İtalyan ve Almanlara karşı mücadele verdi ve savaş sonunda Komünist Partisinin yönetimine girdi. Başlangıçta SSCB ile iyi ilişkiler kuran Enver Hoca liderliğindeki Arnavutluk, 1961’de SSCB’den uzaklaştı ve Avrupa’da yalnız kaldı. Bu arada Çin, Adriyatik Denizi kıyısında kendisine bir üs verilmesi karşılığında Arnavutluk’a önemli iktisadi yardımlarda bulundu. Bu gelişmeler Arnavutluk’u Çin Halk Cumhuriyeti’ne yaklaştırdı. Ancak 1976’da Çin Halk Cumhuriyeti’nde başlayan reformlar bu ilişkileri olumsuz etkiledi ve Arnavutluk Çin’den de uzaklaştı.

Nisan 1985’te Enver Hoca’nın ölümünden sonra Ramiz Alia Arnavutluk Komünist Partisi liderliğine ve devlet başkanlığına getirildi. Enver Hoca döneminde dışa kapalı bir politika takip eden Arnavutluk, Aliya döneminin ilk yıllarında aynı politikayı takip etti. Bu yüzden Arnavutluk SSCB’de başlayan değişim rüzgârlarından en son etkilenen devlet oldu.

Balkanlarda ve Avrupa’da meydana gelen gelişmeler üzerine Alia, sosyalist rejimi yumuşatmaya yönelik tedbirler almak zorunda kaldı. 1990 başlarından itibaren Arnavutluk büyük bir değişim içine girerek bir dizi reformlar yaptı. Ramiz Alia, dış ülkelerle münasebetleri geliştirerek uzun yıllardır dış dünyaya kapalı olan Arnavutluk’un dış politikasını temelden değiştirdi. Hükûmet, ekonomide liberalleşmeyi kabul ederken dış sermayenin sınırlı da olsa ülkeye girmesine izin verdi. Arnavutluk’ta ilk kez 1992’de iktidar partisinin denetiminde olmakla birlikte çok partili seçimler yapılarak demokrasiye geçiş sağlandı. Son olarak 28 Kasım 1998’de referandumla yeni anayasa kabul edildi. 22 Mart 1992’de yapılan seçimlerde Demokrat Parti birinci parti oldu. Böylece Sosyalist Parti iktidarına da son verilerek Demokrat Parti liderliğinde bir hükûmet kuruldu. Bunun üzerine Ramiz Alia istifa etmek zorunda kaldı ve cumhurbaşkanlığına Demokrat Parti lideri Sali Berişa seçildi. Arnavutluk’un Avrupa Birliği ve NATO’ya üyelik görüşmeleri sürmektedir.



F.ORTA DOĞU VE AFGANİSTAN’DAKİ GELİŞMELER

1. Körfez Savaşları

Irak, borçlarını ödeyebilmek, sanayileşmesini sürdürmek ve askeri yönden yeniden güçlenebilmek için, Kuveyt’in günlük limitten fazla petrol çıkararak kendisini zarara uğrattığı iddiasını öne sürerek bu devletten 24 milyar dolar istedi. Bu isteklerin kabul edilmemesi üzerine Irak birlikleri, 2 Ağustos 1990 günü Basra Körfezi’nin doğusunu ve Kuveyt’teki zengin petrol yataklarını ele geçirerek bölgede daha etkili olma amacıyla Kuveyt’i işgal etti.

Kuveyt’in işgali Irak’ı kendileri için bir tehdit unsuru olarak gören İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere bölge ülkelerinin politikalarıyla da uyuşmuyordu. Bu nedenlerle Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan “Körfez Krizi”, aynı zamanda bir dünya sorunu hâline geldi.Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesini sağlamak amacıyla Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulan koalisyon güçlerine ABD ve Avrupa devletlerinin yanında Mısır, Bahreyn, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suriye gibi Arap ülkeleri de destek verdi. BM Güvenlik Konseyi kararına göre koalisyon güçleri 17 Ocak’ta hava saldırısına başladı. Bu saldırılar sonucu Irak, askeri gücünün büyük bölümünü kaybetti.

Mayıs 1991’de, 36. paralelin kuzeyini kontrol altında tutmak ve Irak’ın ateşkes koşullarına uyup uymadığını kontrol etmek için uluslararası “Çekiç Güç” kuruldu. Merkezi Türkiye’deki İncirlik Üssü olan bu güç; Amerikan, İngiliz, Fransız ve Türk hava birliklerinden oluşuyordu. 20 Mart 2003’de ABD ve İngiltere Irak’a saldırı başlattı.ABD ve İngiliz kuvvetleri 9-10 Nisan’da Bağdat’a girdi. Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, 30 Aralık 2006’da idam edildi. Yapılan uzun çalışmalar sonucunda 13 Temmuz 2003’te “Geçici Irak Yönetim Konseyi” oluşturuldu ve seçimler 30 Ocak 2005’te yapıldı. Celal Talabani cumhurbaşkanlığına seçildi. Hükümetin kurulmasının ardından Ekim ayında anayasa referanduma sunuldu ve kabul edildi. Koalisyon askerleri ise 2003’ten beri işgal ettikleri Irak’tan 31 Aralık 2011 tarihinde geri çekildi ve Körfez Savaşı resmen sona erdi.



2. Filistin Sorunu ve Orta Doğu Barış Görüşmeleri

Filistin’deki örgütler İsrail’e karşı 1964’te Yaser Arafat önderliğinde ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı atında birleştiler. a BM, 1974’te FKÖ’yü Filistin’in tek temsilcisi olarak tanıdı. Filistin topraklarında FKÖ’nün yönlendirmesiyle İsrail’e karşı “ayaklanma” (intifada) başladı. Ancak İsrail’in insan hakları ihlalleri dünyada yankı uyandırdı ve İsrail’i uluslar arası kamuoyunda zor durumda bıraktı. 14 Kasım 1988’de Filistin Ulusal Konseyi tarafından “Bağımsız Filistin Devleti” ilan edildi. 1989’da Yaser Arafat FKÖ merkez konseyi tarafından Filistin Devlet Başkanlığına seçildi. 1993’te “Oslo Görüşmeleri” sonunda ise FKÖ İsrail’i, İsrail’de FKÖ’yü Filistin halkının temsilcisi olarak tanıdı.

İsrail’in BM Güvenlik Konseyi kararlarını ve dünya kamuoyunun tepkisini dikkate almayarak, 2004’te Gazze’ye saldırılarını yeniden başlattı. “Refah Operasyonu” adı verilen saldırılar Yaser Arafat’ın ölümü sonrasında Filistin Devlet Başkanı olan Mahmut Abbas tarafından İsrail’le ateşkes imzalanması ile son buldu. Yapılan anlaşmaya göre İsrail 2005’te Gazze’deki 21 ve Batı Şeria’da ki dört yerleşim yerinden çekilmeyi tamamladı.

2007 sonlarında İsrail ile Filistin arasında iki devletli çözüm esasına dayanan “Anna Polis” toplantısı yapıldıysa da sonuç alınamadı. 2008 sonlarında İsrail’in muhalif Filistinli örgütleri gerekçe göstererek Gazze üzerine başlattığı saldırılarda çoğunluğu sivil, yüzlerce insan hayatını kaybetti. İsrail son olarak 31 Mayıs 2011 tarihinde Gazze’ye yardım malzemesi götüren “Mavi Marmara” adlı bir bandıralı gemiye uluslar arası sularda askeri operasyon yaparak 9 Türk vatandaşını şehit etti. Tüm dünya tarafından kınanan bu olay sonrası İsrail ile Türkiye ilişkileri koptu. İsrail bu olaydan iki yıl sonra (22.03.2013) Türkiye’den resmen özür diledi ve şehit olanların yakınlarına da tazminat ödemeyi kabul etti.



3. Afganistan’daki Gelişmeler

Afganistan’da Şubat 1989’da SSCB birliklerinin çekilmesinden sonra bu durumdan yararlanan Molla Muhammet Ömer liderliğindeki Taliban (öğrenciler) grubu, 1996’da Kâbil merkez olmak üzere ülkenin yaklaşık % 70’ini kontrolü altına alarak İslam Devletini kurdu. Taliban yönetimine karşı olanlar da Ahmet Şah Mesut liderliğinde ülkenin kuzeyinde toplanarak “Kuzey İttifakı” adı altında örgütlendi.

11 Eylül 2001’de ABD’nin Newyork şehrindeki “Dünya Ticaret Merkezi”ne (İkiz Kuleler) ve ABD Savunma Bakanlığı’na (Pentagon) terör saldırısında bulunuldu. ABD bu saldırılardan sorumlu tuttuğu terör örgütü liderinin Afganistan’da bulunduğunu iddia ederek 7 Ekim 2001 tarihinde Afganistan’a hava taarruzu başlattı. Hava operasyonları karşısında çaresiz kalan Taliban yönetimi Kasım 2001’de yönetimden uzaklaştırıldı. Afganistan’da Taliban yönetimi yıkılarak yerine Hamid Karzai liderliğindeki hükümet, 22 Aralık 2001’de göreve başladı. Bu hükümetin ülkede güvenliği sağlamasına destek olarak BM Güvenlik Konseyi tarafından Türkiye’nin de aktif rol aldığı “Uluslararası Güvenlik Destek Gücü” (ISAF) kuruldu.

4.Orta Doğu’da Su Sorunu

Orta Doğu’nun başlıca su kaynakları: Dicle, Fırat, Asi, Şeria ve Nil nehirleridir. 1970’li yılların başlarından itibaren Türkiye’nin GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi)’ı uygulamak üzere çalışmalara başlaması, Dicle ve Fırat nehirlerinden yararlanan Suriye ve Irak tarafından tepkiyle karşılandı. Bu gelişme Suriye ve Irak başta olmak üzere Arap devletlerinin sert tepkisi ile karşılandı. Böylece Dicle ve Fırat’ın sularının kullanımı ve paylaşılmasından doğan “su sorunu” ortaya çıktı. Türkiye ise, Fırat Nehri’nden, Suriye’ye saniyede 500 metreküp su bırakmayı kabul etti. Ayrıca Fırat ve Dicle’nin suyunu Arap Yarımadası’na kadar akıtacak “Barış Suyu Projesi”ni ortaya attı. Türkiye’nin su sorununu aşmaya yönelik çalışmaları Suriye’nin paylaşım stratejisi nedeniyle bir sonuç vermedi. Ayrıca Fırat Nehri üzerinde “Birecik Barajı”nın yapılmaya başlanması Suriye’nin, Dicle üzerinde “Ilısu Barajı”nın yapılması Suriye ve Irak’ın tepkilerine sebep oldu.



G. DÜNYADAKİ GELİŞMELER



1. Bilimsel ve Teknolojik Gelişmelerin Etkileri

Son 25 yıl içinde bilimsel ve teknolojik gelişmeler hızla devam etmektedir. Yeni teknolojileri geliştiren ve kullanan ülkeler diğerlerine göre çok daha etkili ve güçlü bir duruma gelerek dünya ticaretinde ön plâna çıkmıştır. Örneğin Japonya önemli bir askerî güce sahip olmamasına rağmen kullandığı ileri teknoloji sayesinde dünyanın önde gelen güç merkezlerinden biri durumundadır.

Yüksek teknoloji ile yapılan sanayi üretimlerinde hem daha az iş gücüne ihtiyaç duyulmakta hem de daha ucuz ve kaliteli ürün elde edilebilmektedir.

Günümüzde insanları etkileyen, bilimsel alanda devrim niteliğindeki en önemli gelişme “nanoteknoloji”dir. Nanometre; bir metrenin milyarda biri ölçüsünde bir uzunluğu temsil eder. Bu teknolojinin ana teması bir maddenin bir mikrometreden küçük bir ölçüde kontrolüdür ve yine bu uzunluk ölçüsünde cihazların üretimidir. Nanoteknoloji, makine yapımında, tıp, elektronik, tarım, fizik, havacılık, uzay araştırmaları, çevre ve enerji üretimi başta olmak üzere birçok alanda yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu teknoloji sayesinde çok küçük makineler yapılabildiği gibi “akıllı” malzemeler üretilerek beyin damarlarının, dişin vb. içine yerleştirilebiliyor. Nanoteknoloji ürünü chipler (çip) ve özel donanımlar ile canlı organizmalar uzaktan kontrol edilebilmektedir.

Günlük hayatımıza kadar giren nanoteknoloji ile oluşturulan ürünler arasında kir tutmayan duvar boyaları, küvet ve lavabolar; kirlenmeyen, ıslanmayan ve ütü gerektirmeyen kumaşlar, bakteri ve mikropları öldüren filtreler ve çeşitli yüzeyler, el ve yüz kremleri, mantarları ve bakterileri öldüren çoraplar yer almaktadır. Ayrıca nanoteknoloji kullanılarak birçok tarım ürününün gen yapısı değiştirilip daha fazla verim alma ve çürümelere karşı daha dayanıklı ürünler elde etme çalışmalarında önemli başarılar sağlanmıştır.

Gelişmiş ülkelerde nanoteknoloji özellikle kalp ve beyin hastalıklarının tedavisinde ve ilaç sektöründe de kullanılmaktadır. Klasik yöntemle ilaç kullanımında, mide, karaciğer, beyin vb. organlar zarar görebilmektedir. Nanoteknoloji ile yapılan tedavide, ilaç nano kapsüllere yüklenip şırınga ile sadece hasta bölgeye gönderilmekte ve kapsüller patlatılarak tedavi yapılmaktadır.

Tıp dünyasında yeni bir dönem başlatan 1954’teki ilk başarılı böbrek nakli sonrasında organ ve doku nakliyle ilgili çalışmalar özellikle 1980 sonrasında daha da hız kazanmıştır. Günümüzde artık birçok organın nakli başarı ile gerçekleştirilmektedir.

Organ nakli bekleyen insanların ihtiyacını karşılayacak kadar sağlıklı doku ve organ vericisinin bulunamaması bilim adamlarını laboratuar ortamında doku ve organ üretmek çalışmalarına yöneltti. Bu konuda nano parçacıklar kullanılarak birçok başarılı çalışma yapıldı. Bunların içinde dünyada en fazla ilgi çeken çalışma ise 1996’da “Dolly” adı verilen koyunun kopyalanması oldu. Bu tarihten sonra dünyanın birçok ülkesinde başta koyun olmak üzere birçok hayvanın kopyalanması çalışması yapıldı. Ülkemizde de 2007 yılında “Oyalı” adı verilen ilk koyun kopyalandı. Canlıların kopyalanması soyları tükenmekte olan canlı türlerinin soylarının devamı, doku ve organ nakli ile hastaların tedavi edilmesi imkanı sunmuştur. Fakat bu olumlu yönlerinin yanında olumsuz olarak da kullanılabileceği düşüncesi bütün dünyada yoğun tartışmalara neden olmuştur. Bu nedenle özellikle insanın da kopyalanması fikri etik bulunmadığı için dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde yasaklanmıştır.

Özellikle 1990’lardan sonra dünyada İnternet kullanıcı sayısı hızla arttı. “Dünya ve Türkiye İnternet Kullanımı 2007” adlı rapora göre, 1992 yılında dünyada İnternete bağlı bilgisayar sayısı bir milyon iken 2008’de 1 milyar 115 milyona ulaşmıştır. Türkiye, 26,5 milyon etkin İnternet kullanıcı sayısıyla dünyada 13. sırada yer almaktadır. Bilgisayar teknolojisinin kültürel çalışmalarda da kullanımının yaygınlaşmasıyla film sanatında “elektronik sinema” önem kazandı. Video pazarının da gelişmesiyle büyük şirketler kadar bağımsız küçük şirketler de film yapma imkânı buldu. Bunun sonucu olarak bağımsız yenilikçi sinema canlandı ve yönetmenler sıra dışı, yenilikçi tasarıları gerçekleştirdiler.

Bu dönemde müzikte ise bateri eşliğinde ve klavye ile yapılan elektronik seslerle tanışıldı. Amerikalı pop yıldızları Madonna ve Michael Jackson bu türün öncülüğünü yaptılar ve bunu büyük bir sektör hâline getirdiler. Film CD ve DVD’leri ile müzik albümlerine insanların gösterdiği yoğun ilgi emek harcamadan gelir elde etmeyi amaçlayanlar tarafından oluşturulan “korsan” sorununu da gündeme getirdi. Son yıllarda geliştirilen normal DVD’lerden daha kaliteli ses ve görüntü özellikleri sunan, kopyalanamayan “Blu-ray teknolojisi” film ve müzik sektöründe korsan sorununa çözüm olarak görülmektedir.

Askerî teknolojide “komuta hiyerarşisi” yerine “ağ kurgusu” öne çıkmıştır. Küresel hedef bulma sistemi, lazer tarayıcılar, dijital iletişim, yerleşik bilgisayarlar gibi insan hatasını en aza indiren teknolojiler gelişti. Algılama ve uzaktan vurma teknolojisi sivil zayiatı azaltacak şekilde nokta hedeflere akıllı mühimmat kullanımını artırmıştır. Körfez Savaşı’nda akıllı mühimmat kullanımı % 10 iken, Kosova Harekâtı’nda % 30, Afganistan ve Irak’ta ise % 70-80’lere çıkmıştır. Bilgi teknolojilerinin kullanımı ile devletlerin ne zaman, nerede, ne yaptıkları her seviyede görülebilir hâle geldiğinden cephe savaşı tarihe karışmış, savaşlar zaman, mekân ve kullanılan vasıtalar bakımından çok boyutlu hâle gelmiştir.

ABD ile SSCB arasında 1957’de SSCB’nin ilk yapay uyduyu fırlatmasıyla başlayan uzay araştırmaları yarışı, Soğuk Savaş Döneminde iki ülke arasındaki kültürel ve teknolojik rekabetin önemli bir parçası hâline gelmişti. Yumuşama Döneminde ise çalışmalar daha çok uzayı ve diğer gezegenleri tanımaya yönelik olarak devam etti. ABD başta olmak üzere birçok devlet gönderdikleri uzay araçları ile önemli çalışmalar yaptı. ABD ve SSCB ortak uzay araştırmaları yapmaya başladı. 1990’da Venüs yüzeyine inilerek araştırmalar yapıldı. 1994’te ise Venüs yüzeyinin haritası çıkarıldı.

Günümüzde uzay araştırmalarının yoğunlaştığı konu ise dünya dışında, uzayda insanların yaşayacağı gezegenler olup olmadığıdır. Özellikle Mars gezegeni üzerinde çalışmalar artmıştır. En son ABD’ye ait Anka Kuşu (Phoenix) adlı uzay aracı 26 Mayıs 2008’de Mars toprağında hayat iziyle ilgili delil aramak amacıyla gönderilmiş ve 90 gün boyunca inceleme yaparak dünyaya çok önemli bilgiler göndermiştir. Uzay aracının Mars yüzeyinde yaptığı toprak analizlerinde canlıların yapıtaşı olan karbon elementinin bulunamamasına rağmen, su bulunması umut verici bir gelişme olarak kabul edilmiştir.

Bütün devletlerin uzay araştırmalarında kullanabileceği bir “Uluslararası Uzay istasyonu” fikri 1998 yılında inşaatın başlamasıyla gerçekleşme aşamasına gelmiştir. Yapımı devam eden istasyonun 2011’de tamamlanması planlanmaktadır.

Bütün bu gelişmelerin yanısıra 1986’daki Çernobil kazası çevre sorunlarına duyarlılığı da arttırmıştır. ABD ve Batı Avrupa ülkeleri; yağ kullanımını azaltmak, çöpleri yeniden işlemek, su ve enerji tüketiminde tutumlu davranılmasını sağlamak için “yeşil dostu” politikalar izlemeye başlamışlardır.

Yeşilliğin ön plana alındığı yerleşme ve konut projeleri hızlı bir şekilde yayılmaktadır. Bu projelerde rüzgar gücü, güneş enerjisi ve dönüştürme teknikleri gibi çevresel enerji kaynaklarından daha çok faydalanılma yoluna gidilmiştir.

Mimarlık alanında gelişmeler doğa dostu, çevreye zarar vermeyen kendine yeterli yapılarla “yeşil mimarlık” adı verilen yeni bir anlayışı da ortaya çıkarmıştır.

1980’lerden sonra bilim alanındaki gelişmelerin spor alanında uygulanması sonucu “spor bilimi” daha fazla önem kazanmaya başladı. Özellikle sporcuların beslenmesinden antrenman programlarına kadar bir çok alanda bilimsel gelişmelerin kullanılması bu dönemde çok sayıda dünya ve olimpiyat rekorlarının kırılmasında etkili olmuştur.



2. Küreselleşme ve Küreselleşmenin Etkileri

Son yıllarda sanattan spora, kültürden ekonomiye kadar her alanda en fazla duyulan kelimelerin birisi de “küreselleşme”dir. En yalın anlamıyla küreselleşme, “Endüstriyel genişlemeye ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasına paralel olarak siyasi, kültürel ve ekonomik düzeydeki çok yönlü toplumsal ilişkilerin dünya çapında yaygınlaşması” olarak tanımlanmaktadır.

1980’li yıllarla birlikte başlayan küreselleşme süreci, 1990’ların başlarında Doğu Blokunun dağılmasıyla hız kazanmıştır. Devletin ekonomideki ağırlığı azalmış, özelleştirme artmış, uluslararası ticaret ve çok uluslu şirketler yaygınlaşmıştır. Küreselleşme ile dünyadaki geniş kapsamlı siyasi ve ekonomik değişmeler sınır tanımadan bütün dünyayı etkisi altına almıştır. 2008 yılının ekim ayında ABD’de meydana gelen ekonomik krizin dalgalar hâlinde yayılması bunun en son örneğidir. 206. sayfadaki tablo, bu krizin dünyanın önemli borsalarına etkisini göstermektedir.

Bilim ve teknolojideki hızlı gelişmeler, fertleri daha fazla çalışmaya sevk ederek toplumları rekabete itmiştir. Bu gelişme, yeni haberleşme araç ve malzemelerinin hayata geçmesi ve bilgi iletişim imkânlarının yaygınlaşması ile daha da hızlanmıştır.

Özellikle iletişim teknolojisindeki hızlı gelişmeler ülkeleri ekonomiden siyasete kadar pek çok alanda birbirlerine yakınlaştırarak dünyayı adeta “küresel bir köy”e dönüştürmüştür. Uydu teknolojisinin sınır ötesi yayıncılığa sağladığı kolaylıklar, dünyanın en ücra köşesindeki bir toplumun varlığından, kültüründen daha ayrıntılı bir şekilde haberdar olma imkânı sağlamaktadır.

Ülkeler arası haberleşme ağlarının yaygınlaşması, kültürler arası etkileşime yeni bir ivme kazandırarak dünyadaki kültürel akışı hızlandırmıştır.

Bilgi ve kültürün dünya ölçeğinde paylaşımı İnternet yoluyla hızlı bir şekilde sağlanmıştır. Küreselleşmeyle birlikte ekonomik yönden ülkelerin önemli bir kısmı, birbiriyle bütünleşmeye başlamıştır. Örneğin Rusya’da yaşanan bir kriz Türkiye’den bu ülkeye ihracat yapan birçok firmayı olumsuz etkilemiştir. Büyük ölçekli şirketler dünya çapında etkisini artırırken bazı yerel yatırımcıların sayıları azalmıştır.

Küreselleşmenin etkisiyle sinema, müzik, spor, sanat vb. birçok faaliyet uluslararası bir boyut kazanmıştır.

Film yapımcılarının hedefi, başta Oscar (Oskar) olmak üzere uluslararası yarışmalarda başarılı olmak ve yüksek ekonomik kazançlar elde etmektir. Sporda da dünya şampiyonaları ve olimpiyat oyunlarının yapıldığı ülkelere giden milyonlarca insanın sağladığı ekonomik gelir ve canlı yayınlarla elde edilen reklam imkânı sporun önemini bir kat daha arttırmaktadır.



H.DEĞİŞEN DÜNYA VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI



1.RUSYA FEDERASYONU

2.KAFKASYA

« Kafkaslar Türkiye′nin uluslararası dış politikalarına etkisi yanında, bölgedeki Türk unsurlar nedeniyle ile iç politikasında da önemli rol oynamaktadır. Orta Asya′da bağımsızlıklarına kavuşan Türk Cumhuriyetleri ile Türkiye′nin temasının sağlanmasında Kafkaslar adeta bir köprü vazifesi görmektedir.

« Kafkasların bir barış kuşağı ve Rusya ile bir tampon bölge teşkil etmesi Türkiye için önemlidir. Gürcistan ile iyi ilişkiler kuran Türkiye, Ermenistan ile de ilişkilerini normalleştirmeye çalışmaktadır. Türkiye Azerbaycan′ın komşuları ile olan sorunlarının çözülmesine yardımcı olmak için çaba harcamaktadır.

« Kafkaslar, coğrafi yakınlık, ekonomik işbirliği imkanları ve doğal kaynakları nedeni ile Türkiye için önemli bir ilgi alanı durumundadır. Türkiye bölge ülkelerinin birbirleriyle ve uluslararası sistemle ekonomik ve siyasi yönden bağlarını artırmasına çalışmaktadır. Bakü Tiflis Ceyhan Petrol Boru Hattı Türkiye′nin bölgedeki etkinliğini son yıllarda artıran bir başka gelişmedir.



3.ORTA ASYA TÜRK CUMHURİYETLERİ

Türkiye, SSCB′nin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile Turgut Özal′ın dinamik dış politika yaklaşımı sonucunda siyasi ve ekonomik ilişkiler kurdu. Ancak 1990′ların ikinci yarısından itibaren Orta Asya ülkeleri ile olan ilişkiler yeterince güçlendirilememiştir.

2000′lerden itibaren iç politikada istikrar sağlayan ve komşularıyla sorunlarını en aza indiren Türkiye, yeniden Orta Asya′ya olan ilgisini artırdı. Türkiye-Orta Asya ilişkileri tekrar güçlenme sürecine girdi. Orta Asya′da Türkiye′nin önceliği yeni devletlerin istikrar ve kalkınmasının sağlanmasıdır. TİKA bu bağlamda önemli bir misyon üstlenmiştir.

Enerji ve ticaret yollarında etkili olmaya çalışan Türkiye, bugün bölge enerji kaynaklarını dünya pazarına güvenle ulaştırmak için bir alternatif olmaya çalışmaktadır. Son dönemde artan ziyaret trafiği ve bölgeye yönelik faaliyetler Türkiye Orta Asya ilişkilerinin gelişeceğine kanıt olarak gösterilebilir.



4.ORTA DOĞU

Türkiye, Osmanlı Devleti′nin yıkılarak Yeni Türk Devleti′nin kurulması sonrasında Orta Doğu′ya yönelik mesafeli bir yaklaşıma sahip olmuş, Batı′ya dönük bir devlet politikası geliştirmiştir. Orta Doğu ile olan ilişkiler 1980′li yıllarda dışarıya açılma çalışmalarıyla yeniden canlandırıldı.

Türkiye′nin Orta Doğu ülkeleri ile ilişkileri Körfez Krizi, PKK sorunu Filistin, İsrail anlaşmazlığı, su sorunu gibi ana başlıklar altında toplanabilir. Uzun yıllar gergin seyreden Türkiye-Suriye ilişkileri Hafız Esad′ın yerine geçen Beşşar Esad döneminde hızla gelişmiştir. Son dönemde ise bozulmuştur.

Türkiye′nin Irak′la olan ilişkilerinde 1990′da Irak′ın Kuveyt′i işgali belirleyici oldu. Türkiye, Körfez Krizi′nde sırasında ABD yanlısı bir politika sergiledi. ABD′nin 2003 yılında Irak′ın işgali, Irak konusunu Türkiye için daha da hassas bir hale getirmiştir.

Türkiye, İsrail-Arap anlaşmazlığında uzun yıllardır Arap tezlerini desteklemekte, ancak İsrail ile işbirliğini de sürdürmektedir. Türk hükümetleri Filistin sorununda arabulucu rolü üstlenmeye çalışmaktadır. Arap dünyası ile Türkiye′nin siyasi ilişkiler her geçen gün güçlenmekte, Türkiye′nin bölge ülkeleri ile ticaret hacmi hızla artmaktadır.



5.BALKANLAR

Doğu Blokunun dağılması süreci Balkanlar da yeniden şekillendirmiştir. Türkiye, tarihi ve kültürel bağları nedeniyle bu bölgeyi yakından izlemekte ve Balkan toplumlarının barış ve istikrar içinde yaşaması için bölgede aktif rol oynamaktadır. Türkiye Bosna Hersek, Kosova, Makedonya sorunlarının çözüme kavuşturulması sürecinde de aktif rol almıştır.

Türkiye, Bulgaristan′ın NATO üyeliğini desteklemekte ve iki ülke arasındaki ilişkilerin aynı ittifak içinde daha da üst seviyelere ulaşabileceğine inanmaktadır. Yunanistan ile olan ilişkilerin geliştirilmesi için de çaba harcanmaktadır.



6. KIZILAY’IN YURT DIŞI YARDIM FAALİYETLERİ

1868′de "Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti" adıyla kurulan Kızılay, 1877′de "Osmanlı Hilali Ahmer Cemiyeti", 1923′de "Türkiye Hilali Ahmer Cemiyeti", 1935′te "Türkiye Kızılay Cemiyeti" ve 1947′de "Türkiye Kızılay Derneği" adını almıştır.

Kızılay, Uluslararası Kızılay-Kızılhaç Topluluğu′nun temel ilkelerini paylaşır. Bunlar; insaniyetçilik, ayrım gözetmemek, tarafsızlık, bağımsızlık, hayır kurumu niteliği, birlik ve evrensellik ilkeleridir. Kızılay, tüzel kişiliğe sahip, özel hukuk hükümlerine tabi, yardım ve hizmetleri karşılıksız olan ve kamu yararına çalışan bir gönüllü sosyal hizmet kuruluşudur.

Türk Kızılay’ı, ülke içindeki pek çok doğal afette aktif roller üstlendiği gibi, yurt dışında yaşanan savaş ya da doğal afetlerde sivil halkın göreceği zararları asgariye indirebilmek amacıyla da çalışmalar yapmıştır. Son yıllarda gerçekleştirilen bu faaliyetlerden bazıları şunlardır:

Pakistan:

29 Ekim 2008 tarihinde meydana gelen deprem üzerine bölgeye ulaşan Türk Kızılayı 120 ailenin barınabileceği 180 yaşam biriminden oluşan 10 oba kenti bölgeye gönderdi.

Gazze:

2009 yılı başında İsrail′in Gazze Şeridi′ne yönelik olarak gerçekleştirdiği hava saldırılarının ardından Gazze′ye ilaç ve gıda gibi insani yardım malzemesi ulaştırılmıştır.

Lübnan:

Temmuz 2006′da İsrail′in Lübnan′a yönelik hava saldırıları sonrasında Türk Kızılayı bölgeye 23 tır, 1 kargo uçağı ve 1 gemi dolusu insani yardım malzemesini 6 parti halinde bölgeye ulaştırmış, 5 milyon dolar değerindeki barınma, gıda ve sağlık malzemelerinden oluşan insani yardım ihtiyaç sahiplerine dağıtılmıştır.

Ayrıca Lübnan′da savaştan dolayı okulların gördüğü büyük hasar sonucunda, binlerce okul çağındaki çocuk eğitime ara vermek zorunda kalmış, bu yönde hazırlanan proje kapsamında, Türk Kızılayı Lübnan′ın savaştan etkilenmiş farklı yerleşim merkezlerinde, 37 adet prefabrik okulun inşasını gerçekleştirmiştir.

Irak:

Irak′ta yaşanan savaş sonrasında bölge insanının yaralarını sarmak üzere çalışmalar gerçekleştirilmiştir.

Çad:

Dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Çad, Türk Kızılayı′nın çalışmaları sonucunda uluslararası standartlarda bir eczaneye kavuşturuldu. Bağışlarla çalışan eczanede ücretsiz ilaç dağıtılmaktadır.

Endonezya:

Aralık 2004′te meydana gelen deprem ve arkasından oluşan tsunami, 13 ülkede 280.000 kişinin ölümüne yol açtı. Müdahale planları çerçevesinde yurt çapında bir yardım kampanyası başlatıldı. Türk Kızılayı Ekipleri, Endonezya, Tayland ve Sri Lanka′ya hareket etmiş, Açe′ye ulaşarak insani yardım operasyonu başlatmıştır.

Endonezya′da köylere temiz su sağlamak için çalışmalar yapılmıştır. Açe′de bulunan ve tsunamiden etkilenen Zeynel Abidin Hastanesi Pediatrik Yoğun Bakım ünitesi tekrar işler hale getirilmiştir.



7.TÜRK ORDUSU VE DÜNYA BARIŞI

Somali:

Somali′deki gruplar arasında yaşanan düşmanlığın durdurulması ve insani yardımlar için güvenli bir ortamın sağlanması amacıyla, BM′nin 19931994 tarihleri arasında gerçekleştirdiği operasyonlara 300 askerle katılan Türkiye, bir süre de barış gücünün komutanlığını yürüttü.





Arnavutluk:

BM′nin Arnavutluk′a yardımlarla ilgili kararı doğrultusunda İtalya liderliğindeki çokuluslu gücüne katılan TSK, bir deniz piyade taburuyla Nisan 1997′den itibaren yardım faaliyetlerinde bulundu. Türk birliği Arnavutluk′taki Türk vatandaşlarının tahliye edilmesinin ardından 1 Ağustos 1997′de Türkiye′ye döndü.

Bosna-Hersek:

Türkiye, Bosna-Hersek′te insani yardım harekatı için emniyetli bölgelerin korunması maksadıyla kurulan BM Koruma Kuvveti′nde (UNPROFOR) yer aldı. TSK 19931995 tarihleri arasında 1400 askerden oluşan bir alayla bölgede konuşlanırken, Dayton Anlaşması sonrasında barış gücünü takviye etti.

Kosova:

Türk Silahlı Kuvvetleri, Kosova′da silahlı çatışmalar karşısında NATO′nun 24 Mart 1999 tarihinde başlattığı hava harekatına 10 adet F16 uçağıyla destek verdi. Türkiye, Kosova krizine çözüm bulunması amacıyla oluşturulan 42 bin kişilik güce de bir mekanize piyade taburuyla katıldı.

Arnavutluk ve Makedonya:

Türkiye, Makedonya ve Arnavutluk′a yönelik mülteci akınlarının ardından, Arnavutluk′ta görevlendirilen AFOR′a 1999′da bir sahra hizmet bölüğüyle katıldı. TSK, Makedonya′daki çokuluslu tugaya Ağustos 2001 ′de bir bölük timiyle katıldı.

Afganistan:

Türkiye, ABD′deki terörist saldırılara karşı başlatılan "Sürekli Özgürlük" harekatına katıldı. Afganistan′da barışı sağlamak üzere oluşturulan Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti′nde (İSAF) yer alan TSK, Haziran 2002′de ISAF′ın 2. dönem kuvvet komutanlığını devraldı.

Yaklaşık 1300 kişilik birliği Afganistan′a intikal ettiren TSK, Şubat 2003′e kadar Kabil ve çevresinde görev yaptı. Eğitim, sağlık, şehir suyunun iyileştirilmesi, idari yönetimin desteklenmesi ve altyapı konularında birçok projeye imza attı. Afgan Milli Muhafız Taburu′na eğitim veren TSK, Afgan bakan ve üst düzey devlet personelinin korumasını yapacak 794 korumanın eğitimini başarıyla gerçekleştirdi.





İ. 1980 SONRASI TÜRKİYE



1. Siyasi Gelişmeler

1987’de yapılan referandum ile 12 Eylül askerî müdahalesi sonucunda siyaset yasağı konan Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş’in siyasi yasakları kalktı. Kasım 1987 seçimlerinden ANAP yine birinci parti olarak çıktı.31 Ekim 1989’da TBMM kararıyla cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’ın yerine Yıldırım Akbulut başbakan oldu. Turgut Özal’ın 1993 yılında ölümü ile Süleyman Demirel cumhurbaşkanı oldu. Süleyman Demirel’in yerine Tansu Çiller DYP genel başkanı ve Türkiye’nin ilk kadın başbakanı oldu. AB ile “Gümrük Birliği Anlaşması” imzalandı.1995 ile 2001 yılları arasında Türkiye’yi Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit başbakanlığındaki koalisyon hükümetleri yönetti. Bu dönemde Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyeliğini sağlamak için önemli çalışmalar yapılırken hazırlanan “Ulusal Program” çerçevesinde AB’ye uyum yasaları çıkarıldı. Mayıs 2000’de Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı seçildi. 2002, 2007 ve 2011’de yapılan seçimlerde tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin kurduğu hükümet ülkeyi yönetmektedir.



2. Kültürel Gelişmeler ve Sosyal Hayat

1980’li yıllarda arabesk müziğin de etkisiyle nispeten durgun bir dönem geçiren Türk Pop Müziği, Sezen Aksu, Erol Evgin ve Barış Manço gibi isimlerle birlikte 1990’dan sonra özellikle gençler tarafından ilgiyle takip edilmiştir. Tarkan ile daha geniş kitlelere ulaşan Türk Pop Müziği, Sertab Erener’in 2003 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazanmasıyla uluslararası alanda da önemli bir başarı kazanmıştır. Mazhar-Fuat-Özkan (MFÖ) müzik grubu da halkın yoğun ilgisini çekmiştir.

Türkiye’de ilk renkli televizyon yayını 1984’te başladı. 1990’da ilk özel televizyon kanalının açıldı. Bu dönemde çekilen birçok yerli film, beğeni ile izlendi ve uluslararası film festivallerinde ödüller aldı. Nuri Bilge Ceylan “Üç Maymun” adlı filmiyle Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü aldı gibi film Oscar ödüllerine de aday gösterilmiştir.

Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü alması edebiyat alanında en önemli uluslararası başarı olmuştur. Bu dönemde ülkemizde görülen toplumsal gelişmelerin en önemlilerinden biri de eğitim alanında olmuştur. Millî Eğitim Bakanlığının başlattığı “Haydi kızlar okula”, “Ana-kız okuldayız” ve sivil toplum kuruluşlarının başlattığı kampanyalar sayesinde kız çocukların ve kadınların eğitime daha fazla katılmaları sağlanmıştır.



Bu Dönemde Diğer Önemli Gelişmeler

1993 yılında Türkiye’de ODTÜ’den ilk internet bağlantısının kurulması ve bilgisayar kullanıcılarının sayısının hızla artması, özellikle genç nüfus üzerinde çok etkili oldu. Türk sporu 1980’lerin sonlarından itibaren uluslararası alanda büyük başarılar elde etmiştir. Naim Süleymanoğlu’nun 1988 Seul Olimpiyatları’nda altın madalya kazanmasıyla başlayan süreç, birçok branşta olimpiyat madalyaları kazanılmasıyla devam etmiştir. En çok altın madalya Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu başta olmak üzere halterci sporcular tarafından kazanılmıştır.1992 Barselona Olimpiyat Oyunlarında Mehmet Akif Pirim grekoromen güreşte 24 yıl aradan sonra şampiyon olmuştur. 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda Türkiye son 36 yılın en başarılı sonucunu elde ederek, oyunları 4 altın, 1 gümüş ve 1 bronz madalyayla kapadı..Türk Millî Futbol Takımının 2002 Dünya Şampiyonası’nda ve 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda 3. olması millî takım düzeyinde en önemli başarılardır.



3. Ekonomik Gelişmeler

1980’den sonra ekonomi önceki dönemlere göre büyük bir değişim gösterdi. 24 Ocak 1980’de alınan kararlar Türk ekonomi anlayışında bir dönüm noktası oldu. Bu kararlara göre ödemeler dengesini düzeltmek, enflasyonu düşürmek, serbest piyasa ekonomisine geçmek ve ihracata yönelik üretimi teşvik etmek temel önceliklerdi. ihracatı artırmak için özel sektöre düşük faizli kredi verilmesi, vergi iadesi ve ucuz döviz bulmada yardım gibi kolaylıklar sağlandı.

1980’lerin sonuna gelindiğinde artık yabancı sermaye girişi ve ihracat artmıştır. Dış ticaret tabloları incelendiğinde ihracat ürünleri içinde sanayi ürünlerinin ağırlığının artmaya başladığı ve enflasyon oranlarının düştüğü görülür. Fakat yine de dış ticaret açığı kapatılamamıştır. İ997, 1998, 2001 ve 2008 yıllarında yaşanan ekonomik krizler Türk ekonomisini olumsuz etkilemiştir.

Bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak ve dış ticaret açığını kapatabilmek için İMF (Uluslararası Para Fonu) ile anlaşmalar imzalanmıştır. Ocak 2005’ten itibaren Türk lirasından altı sıfır silinmiştir. Serbest piyasa ekonomisinin temel şartlarından biri olan devletin ekonomi üzerindeki kontrolünü ortadan kaldırmak için Özelleştirme Yüksek Kurulu gibi kurumlar kuruldu. Merkez Bankası, hazırlanan kanunlarla hükümetlerin bankalar üzerindeki etkisini ortadan kaldıracak bağımsız bir yapıya kavuşturuldu. Yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesi için teşvikler verildi. Devletin ekonomideki etkisini en aza indirmek için özelleştirme büyük bir hız kazandı. İhracat teşviklerine devam edildi. Sanayi ürünlerinin toplam ihracat içindeki oranı % 94,2’ye kadar yükseldi. İhracatın artması, turizmin gelişmesi ve turizm gelirleri döviz sıkıntısının azalmasını sağladı. Küreselleşmenin etkisiyle ithalat büyük bir hızla arttı. Dış ticaret açığı günümüzde de en önemli problemlerinden biri olmasına rağmen Türkiye ekonomisi dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasına girmiştir.

Temel hedefi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi halkının hayat standardını yükselterek diğer bölgelerle arasındaki gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak, tarımda verimliliği ve iş imkânlarını artırarak millî kalkınma hedeflerine katkıda bulunmak olan GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi), çok sektörlü, bütünleşmiş ve sürdürülebilir bir kalkınma projesidir. Ülkemizin öz kaynaklarıyla yapılmakta olan proje, gelecek kuşaklar için kendilerini geliştirebilecekleri bir ortam yaratılmasını amaçlayan sürdürülebilir insani kalkınma felsefesi üzerine kurulmuştur. Kalkınmada adalet, katılımcılık, çevrenin korunması, istihdam, mekânsal planlama ve alt yapının geliştirilmesi GAP’ın temel stratejileridir. Projenin büyük bir kısmı bitirilmiştir. Kalan kısmı için çalışmalar devam etmektedir.





4. Toplumsal Sorunlar

a. Terörizm

Terör, büyük çaplı korku veren ve bireylerde yılgınlık yaratan bir eylem durumunu ifade etmektedir. Terörizm ise siyasi amaçlar için mevcut durumu yasa dışı yollardan değiştirmek amacıyla örgütlü, sistemli ve sürekli terör eylemlerini kullanmayı bir yöntem olarak benimseme durumudur. Günümüzde uluslararası çıkar mücadelelerinde terör faaliyetleri ön plana çıkmıştır.

Terörizmin, hız kazandığı dönemlerle uluslararası sorunlar arasında yakın bir ilişki olduğu görülmektedir. Terörizm, siyasi bir mücadele aracı olarak bir ülkenin bir başka ülkeyi zayıflatması ve istikrarını bozması için de kullanılmaktadır.

Son 25 yıl içinde Türk toplumunu en fazla etkileyen olay kuşkusuz ki terördür. Türkiye’deki terör faaliyetlerinin ortak amacı devletin üniter yapısını bozarak millî birlik ve beraberliği ortadan kaldırmaktır.

Terörizmin amacına ulaşmada seçtiği yöntemlerden bazıları; halkı veya hedef bir topluluğu korkutarak dehşete düşürmek, düzene karşı olan güçleri harekete geçirmek, kamuoyunu yönlendirmek, hedef ülkenin ekonomisine zarar vermek, vb.dir.

Terör örgütleri kamuoyuna seslerini duyurabilmek için propaganda yapmakta ve amaçlarına hizmet edecek her türlü olayı istismar etmektedir. Önemli kişilere suikast eylemleri düzenlemek, vatandaşlara yönelik katliamlara başvurmak, rastgele seçilmiş merkezlere bomba yerleştirmek ve intihar eylemleri bu örgütlerin en sık kullandığı yöntemlerdir.

Terörle mücadelenin oldukça yüklü bir maliyeti bulunmaktadır. Ülkelerin gelişimi ve ekonomisine yönelik harcaması gereken paraları terörle mücadele alanına kaydırma zorunluluğu, ekonomik açıdan ülkenin kaynaklarının verimli alanlarda kullanılmasının engellenmesi terörizmin amaçlarındandır.

Terör örgütlerinin başlıca finans kaynakları: Silah, insan ve uyuşturucu madde kaçakçılığı, gasp, hırsızlık, fidye, haraç, çeşitli yayınlardan elde edilen gelirler ve dış desteklerdir.

Terörü önlemek için öncelikle terörün ekonomik ve insan kaynaklarını yok etmek gerekir. Terör örgütlerinin hedef kitlesi durumunda bulunan çocukları ve gençleri örgütlerin propagandalarına karşı korumak için ülkedeki eğitim düzeyi yükseltilmeli ve terör örgütlerinin zararlı faaliyetlerine karşı gençler bilinçlendirilmelidir. Terör örgütlerinin istismar sebepleri ortadan kaldırılmalıdır. Teröre destek veren veya onlara imkânlar sağlayan devletlere uluslararası yaptırımlar uygulanması için girişimlerde bulunulmalıdır. Komşu ülkelerle de iş birliği yapılarak terörizmin yurt içi ve yurt dışı bağlantıları kesilmelidir.

b. 17 Ağustos Depremi Sonunda Ortaya Çıkan Sorunlar

17 Ağustos 1999’da meydana gelen 7,4 büyüklüğündeki depremin merkez üssü, İzmit’ in 12 km. güney doğusunda, Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde bulunmaktadır. Deprem, kentleşme ve nüfus yoğunluğunun fazla olduğu, önemli endüstri tesislerinin bulunduğu İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Bolu, Bursa, Zonguldak, Eskişehir ve Yalova illerinde can ve mal kaybının oldukça fazla olmasına sebep olmuştur. Depremin yaşandığı bölgede, Türkiye’nin çeşitli illerinden göç eden insanların bulunması depremin etkilerini yurt geneline yaymıştır.

17 Ağustos depreminin sanayi tesislerine zarar vermesi; iş gücü, üretim ve ihracat kaybı Türk ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Devlet Plânlama Teşkilatı tarafından yapılan çalışmalar sonucunda 7 Eylül 1999 tarihli raporla ekonomik kayıp 9-13 milyar dolar olarak hesaplanmıştır. Tabloda da görüldüğü gibi çok sayıda bina hasar görmüştür.

Depremden etkilenen insanlar uzun süre yaşadıkları korku ve acının psikolojik etkilerini üzerlerinden atamamışlardır. Depremden sonra devletimiz depremzedeler için önce geçici, sonra kalıcı konutlar yapmıştır. Yeni çıkarılan kanunlarla zorunlu deprem sigortası mecburiyeti getirilmiş, imar alanları ve ruhsatları daha sıkı kontrol altına alınmıştır. Arama ve kurtarma birimlerinin sayısı artırılmıştır.



İ. KÜRESEL SORUNLAR



1. Küresel Isınma

Bir seranın cam ile kaplı çatı ve yan duvarlarına çarpan güneş ışınları sera camından kolayca içeri girer. Ancak, sera içindeki cisimlere çarpan ışın enerjisi, ısı enerjisine dönüşür ve dalga boyları değişir. Bu dalga boyundaki ısı enerjisinin sera dışına çıkmasını camlar engeller ve geriye yansıtır. Böylece güneş ışığı geldiği sürece sera ısınmaya devam eder. Seranın içiyle dışarısı arasında büyük sıcaklık farkı oluşur. Bu fiziksel olaya “sera etkisi” denir.

Fosil yakıtlar olarak adlandırılan doğal gaz, petrol ve kömürün yanmasıyla açığa çıkan gazlara sera gazları denir. Yukarıdaki metin yola çıkarak sera gazları denilen karbondioksit, kloroflourkarbonlar, metan, ozon ve azotoksit küresel ısınmayı sizce nasıl etkiler?

Yandaki şekil incelendiğinde sera gazlarının seralardaki camlar ile aynı işleve sahip olduğu görülür. Sera gazları, Sera Etkisi güneşten gelen ışık ışınlarının yeryüzüne ulaşmasına ve ısıtmasına izin verirler.

Fakat ışık ışınlarının yere çarparak ısı enerjisine dönüşmüş hâlinin atmosfere dönmesine izin vermezler. Normalde geceleri soğuması gereken yeryüzü ve atmosferin yere yakın katmanları yeterince soğumaz. Sıcaklığın yüksek olması atmosferdeki su buharı miktarını da artırır. Su buharı da yeryüzünün daha fazla ısınmasına yardımcı olurken yeryüzünde sıcaklık, normal değerlerin üstüne çıkar.

Sanayi inkılâbı ile başlayıp II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızlanan enerji ihtiyacı günümüzde giderek artmaktadır. Fosil yakıtlar olarak adlandırılan “kömür, petrol ve doğal gaz” dünyanın bugünkü enerji ihtiyacının % 75’ini karşılamaktadır. Yapılarında karbon (C) ve hidrojen (H) bulunan bu yakıtlar kullanıldıklarında atmosfere bol miktarda karbondioksit (CO2) salmaktadır.

Küresel ısınmaya neden olan gazlar içinde en etkili olan karbondioksitin, 1958’ten itibaren % 9 artması dünyanın iklim dengelerini bozmuştur. Karbondioksit başta olmak üzere havayı kirletin gazların yağışlarla yeryüzüne inmesi su ve toprak kirliliğinin önemli nedenlerinden olmuştur. Küresel ısınmada etkili olan gazlardan kloroflourkarbonlar ise günümüzde buzdolabı, klima, sprey, yangın söndürücü ve plastik sanayinde kullanılmakta olup bu ürünlerin sayısı her geçen gün artmaktadır.

Küresel ısınmanın etkisinin XXI. yüzyılda yoğun olarak görüleceği, buzulların erimesiyle denizlerin su seviyelerinin yükseleceği bilinmektedir. İnsanların büyük bir kısmının yaşadığı dünyanın tarımsal üretim deposu olan kıyı ovalarının sular altında kalacağı bilim adamları tarafından açıklanmaktadır. Ayrıca iklimlerde değişmeler olacağı, kuraklık ve su ihtiyacının artacağı, bazı yerlerin çölleşeceği, yağışların dengesizleşeceği ve 2025 yılı itibariyle dünya nüfusunun yarısının susuzlukla mücadele etmek zorunda kalacağı tahmin edilmektedir. 2050’ye kadar ise bitki ve hayvan türlerinin dörtte birinin yok olacağı ve bu durumun doğal dengeyi geri dönülemez şekilde bozacağı ifade edilmektedir.



KÜRESEL ISINMANIN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ



Çevre ve Orman Bakanlığının isteğiyle İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından hazırlanan, “Türkiye için İklim Değişikliği Senaryoları” başlıklı rapora göre;

2070’te Türkiye genelinde sıcaklıkların 6° C yükselmesi beklenmektedir. Bu durumda Ege, Akdeniz, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu kesimlerinde sıcaklık yükselmeleri etkili olacaktır. Karadeniz Bölgesi’nde yağışlar da % 20 civarında artarken güneyde ise % 30 civarında bir azalma görülecektir. Türkiye’de kar yağmadığı kışlar görülürken beklenmedik zaman ve yerlerde kar yağabileceği tahmin edilmektedir. Ülkemizde enerji üretimi ve sulamada çok önemli bir yere sahip olan Fırat ve Dicle nehirlerinin havzalarında yağışlar azalacak. Ekosistemlerinde meydana gelecek değişme sonucu ülkemizdeki birçok canlı türü de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.



Kyoto Protokolü

Küresel ısınma bir veya birkaç devletin çabası ile çözülebilecek bir sorun olmaktan çok bütün devletlerin iş birliği ile çözülebilecek bir sorundur. Bunun için “BM iklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine (BMİDÇS) bir ek niteliğindeki “Kyoto Protokolü” hazırlanmıştır. Aralık 1997’de Japonya’nın Kyoto şehrinde görüşülmeye başlayan Protokol, Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye 30 Mayıs 2008’de Protokolü imzalayacağını açıklamış ve 13.05.2009’da imzalamıştır.



2. Çevre Kirliliği

Canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen, doğal çevrede zararlı etkiler meydana getiren yabancı maddelerin hava, su ve toprakta normalin üzerinde birikmesi olan çevre kirliliği, günümüzde yaşanan en önemli sorunlardan biridir. Doğal çevrenin ve kaynakların sınırsız olmadığını unutan insanlar yüzyıllar boyunca doğal kaynakları tüketme ve kirletme yoluna gitmişlerdir. Özellikle son elli yıl içinde binlerce canlı türünün yok olması, doğal dengenin bozulmasının ortaya çıkardığı hastalıklar ve insanlara verdiği zararlar yoğun bir şekilde görülmeye başlanınca bazı tedbirler alma yoluna gidilmiştir. Ancak çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda hâlâ ortak bir bilinç oluşmamıştır. Çevre kirliliğini genel olarak hava, su, toprak ve gürültü kirliliği olarak sınıflandırabiliriz.

Yeryüzündeki su kaynaklarının ancak % 1’i kullanılabilir tatlı su kaynağıdır. Son yıllarda küresel ısınmanın etkisiyle dünyada meydana gelen kuraklık, su kaynaklarının çok daha fazla önem kazanmasını sağladı. Günümüzde milyonlarca insan yeterli ve temiz su kaynakları bulamadığı için ölmekte veya salgın hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Tatlı su kaynakları yanında tuzlu su kaynakları da iklimin dengeli bir şekilde devamı için gereklidir. Tuzlu sularda yaşayan canlılar doğal dengenin korunması için son derece önemlidir.

Evlerden, sanayi tesislerinden, maden işletmelerinden sulara sürekli zararlı atıklar karışmaktadır. Tarımda kullanılan ilaçlar ve gübreler kirlenmeyi daha da artırmaktadır.

Canlı yaşamı için çok önemli olan bir diğer doğal kaynak topraktır. Nüfusun hızla arttığı, kullanılabilir toprak miktarının ise sürekli azaldığı dünyamızda 1 cm kalınlığında toprak tabakasının oluşabilmesi için yüzlerce yıl geçmesi gerekir. Verimli toprakların sulara katılan veya havaya salınan zararlı maddelerle kirlenmesi, yanlış sulama, erozyon vb. nedenlerle hızlı bir şekilde yok olması dünyada açlık tehlikesini büyük boyutlara ulaştırmıştır.

Fosil yakıt kullanımı sonucu hava kirliliğine sebep olan birçok madde asit yağmurlarıyla yeryüzüne inerek suyu ve toprağı kirletmektedir. Yeterli fosil yakıt bulunmayan birçok ülkenin nükleer enerjiye yönelmesi, nükleer atıkların toprağa gömülerek saklanması, nükleer santrallerde meydana gelen kazalar (Çernobil gibi) çok geniş alanlarda hava, su ve toprağı kirletmektedir. Doğal çevrenin yok olması beraberinde uzun yıllar süren hastalıkları da getirmiştir. Çernobil’de meydana gelen kazadan sonra bütün dünyada nükleer enerji tartışma konusu olmuştur. Nükleer enerjiye karşı olanlar yasaklanmasını isterken, taraftar olanlar gerekli tedbirler alındığında enerji ihtiyacının ancak böyle bir kaynakla karşılanabileceğini savunmaktadır. Fosil yakıtların ve nükleer enerji kullanımının olumsuz sonuçlarının görülmesi üzerine bir çok gelişmiş ülkede güneş, rüzgâr, dalga enerjisi gibi farklı enerji kaynaklarının kullanımı için çalışmalar hız kazanmıştır.

Gürültü kirliliği ise şehirlerde yaşayan insanların önemli sorunlarından birisi olup sağlık problemlerine ve iş verimliliğinin düşmesine neden olmaktadır.



3.Nüfus Artışı ve İşsizlik

1650’lerde 500 milyon olan dünya nüfusu 2000’lerde 6 milyara yükselmiş ve her yıl bu nüfusa yaklaşık 97 milyon insan katılmaktadır. Günümüzde dünya nüfusunun sadece 1 milyar kadarı gelişmiş ülkelerde yaşarken, geri kalan 5 milyardan fazla insan, az gelişmiş veya geri kalmış ülkelerde yaşamaktadır.

Gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızı ortalama % 0,5-1 arasında değişirken az gelişmiş ülkelerde % 2, geri kalmış ülkelerde % 2,5-3 civarında gerçekleşmektedir. Bu durum dünyayı çözülmesi zor sorunlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Hızlı nüfus artışı gelişmekte olan ülkelerde, kaynakların yetersiz, kalkınma çabalarının sonuçsuz kalmasına, ekonomik ve sosyal sorunların artmasına neden olmaktadır. Gelişmiş ülkeler ise bu artışın dünyanın sosyo-ekonomik dengelerini ve istikrarını bozabileceği endişesini taşımaktadırlar.

BM’nin raporlarına göre, ülkelerin nüfus artışları mevcut hızıyla devam etmesi hâlinde dünya nüfusunun 2030 yılında 10 milyara yaklaşacağı ve bunun 8,4 milyarının düşük ve orta gelir grubu ülkelerde, 1,6 milyarının gelişmiş ülkelerde yaşayacağı tahmin edilmektedir. Bu durumda beslenme, temiz su ihtiyacı, işsizlik, trafik ve haberleşme önemli sorunlar olarak ortaya çıkacaktır. Bu sorunları aşmak için; modern tarım yöntemleri kullanmak, planlı şehirleşme yapmak, nüfus artışını yavaşlatmak, var olan kaynakları verimli şekilde kullanmak gerekmektedir.

Dünyada nüfus artışı ile aynı hızda iş imkânlarının oluşturulamaması, hatta teknolojik gelişmeler sayesinde iş gücüne duyulan ihtiyacın her gün biraz daha azalması, işsizlik tehlikesini ön plana çıkarmıştır.

İşsizlerin toplam nüfus içindeki oranı azalmasına rağmen, işsiz kişi sayısındaki artış devam etmektedir. 2008 yılında dünyada yaşanan ekonomik krizin işsiz sayısını daha da artıracağı tahmin edilmektedir.



4. Yetersiz Beslenme ve Açlık

Sanayi inkılabından sonra tarımda makineleşme, gübreleme, ilaçlama ve sulama imkânları gibi gelişmeler, tarımsal üretimdeki verimliliği büyük oranda artırmıştır. Yeryüzünde tarıma elverişli topraklar sınırlı olmasına rağmen verimlilik artışları sayesinde birim araziden elde edilen ürün miktarı büyük oranda artırılabilmektedir. Buna son zamanlarda gen mühendisliği alanında kaydedilen gelişmeler de eklendiğinde yeryüzündeki kaynakların israf edilmeden kullanılması ile bugün yeryüzünde açlık diye bir sorunun olmaması gerekir. Oysa günümüzde yeryüzünün birçok bölgesinde hızla büyümekte olan bir açlık sorunu vardır. Dünyadaki açlık sorununun giderek büyümesinde ve bu konudaki endişelerin artmasında küresel iklim değişikliğine bağlı olarak artan kuraklık ve bölgesel anlaşmazlıklardan doğan çatışmalar etkilidir.

Yapılacak bazı fedakârlıklarla açlık sorununu büyük ölçüde hafifletmek mümkün görünmektedir. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), 2015 yılına kadar dünyada açlık çeken kişi sayısını yarı yarıya azaltarak 800 milyondan 400 milyona indirmek için 24 milyar dolara ihtiyaç olduğunu bildirmiştir. Bu rakam her yıl silahlanmaya harcanan yüzlerce milyar doların yanında çok küçük bir rakamdır. Uluslararası Barış Enstitüsü (SlPRI), yayınladığı 2001 silahlanma raporunda kişi başına yıllık 137 dolar, toplamda ise 722 milyar doların silahlanmaya harcandığı ve silahlanma yarışının gittikçe hız kazandığı belirtiliyor.

Açlık sorununun çözümünde önemli bir faktör açlık nedenlerinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu nedenlerin ortadan kaldırılması için birkaç devletin çabası yeterli olmayacağından uluslararası iş birliği yapılması ve açlık sorunu yaşayan ülkelere destek verilmesi gerekir. Dünyada yoksulluk ve açlıkla mücadele için Dünya Gıda Programı (WFP), FAO, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO),Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD) çalışma yapmakta ve projeler üretmektedir.

Hızlı nüfus artışı ve yeryüzünde tarıma uygun alanların sınırlı olduğu düşünüldüğünde açlık sorununun çözümü için son zamanlarda önerilen en önemli çözüm yollarından biri biyo-teknolojidir. Biyoteknolojik yöntemlerle, kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilmiş bitki, hayvan ya da mikroorganizmalar elde edilebilmektedir. Dünyada günümüze kadar 170 bitki türünde çalışılarak toplam 2.672 adet gen yapısı değişime uğramış bitki çeşidi geliştirilmiştir. Yukarıdaki grafikte de görüldüğü gibi en fazla genetik çalışma, tahıllar üzerinde yapılmıştır.

Gen teknolojilerinin uygulamaları açlık sorununa çözüm olabileceği düşüncesiyle birçok ülke tarafından desteklenmektedir. Bazı ülkeler ise biyoteknolojik yöntemlerle ürün elde edilmesine, ürünlerin insan sağlığına olan olumsuz etkileri nedeniyle karşı çıkmaktadır. Biyoteknolojik yöntemlerle günümüzde en çok mısır, soya, pamuk ve kanola üretilmektedir.



5. Uluslararası Terör

Son yıllarda dünyada uluslararası güvenlikle ilgili en önemli sorun terördür. Buna rağmen, terör olarak kabul edilen eylemler konusunda devletler arasında ortak bir fikre varılamamıştır Uluslararası politik dengeler ve ülkelerin çıkarları fikir birliğine varılamamasında önemli bir etken olmuştur. Özellikle terörist örgütler listesi oluşturmak devletler arasında pazarlık konusu edilmiştir. Bunun temel nedeni ise uluslararası bir terör tanımının bulunmamasıdır. Uluslararası bir terör tanımının yapılamaması terörü yasaklayan genel bir uluslararası anlaşmanın hazırlanmasını da engellemektedir.

BM’nin teröre bakış açısı, Genel Kurulun 1994’te yayınladığı deklarasyondaki “Politik sebeplerle yapılan, toplumun tamamında veya bir bölümünde korku ortamı yaratacak cezai eylemler; siyasi, felsefi, ideolojik, etnik, ırksal, dinî veya herhangi bir gerekçe ile haklı gösterilemez.” hükmü ile ortaya konmuştur.

20. yüzyılın sonlarına kadar terörist eylemlerin karakteristik özeliği genellikle devlet adamlarını hedef almasıdır. Avusturya-Macaristan veliahtı Ferdinand’ın, ABD Başkanı John F. Kennedy’nin ve Hindistan Başbakanı Indira Gandhi’nin öldürülmesi bunlara örnektir.

Yeni dönemde terörizm de küreselleşmiştir. Terör örgütleri, internet ve uydu telefonu gibi modern iletişim araçlarıyla haberleşerek kitlesel tahribata yol açacak silahlarla dünyanın her tarafında eylem yapabilen terör ağlarına dönüşmüştür. 1990’lı yıllarda terörist faaliyetler çok fazla insanı hedef alan bir yapıya bürünmüştür. 11 Eylül saldırıları sonrasında, uluslararası terör, eylemlerini kişiler yerine sembol hedeflere yöneltmiştir. Örneğin 1992’de Asya kıtasında meydana gelen 17 terör eyleminde can kaybı 25 iken, 1995 yılında meydana gelen 16 eylemde can kaybı 5.639 kişidir. 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’ne uçaklarla yapılan saldırılarda 2.974 kişi hayatını kaybetmiştir.

Küreselleşme ile birlikte terörizmle mücadele, devletler için tek başlarına yürütebilecekleri bir politika olmaktan çıkmıştır. Bu doğrultuda devletler, terörizmle mücadelede uluslararası kuruluşlar bünyesinde daha fazla iş birliği yapmaktadır. Ancak sürekli yeni yöntemler geliştiren terörün güncellenmeyen yasalarla önlenmesi mümkün olmamaktadır. Bunun için geniş kapsamlı bir terörle mücadele anlaşması gerekmektedir.



6. Salgın Hastalıklar

Küreselleşen dünyamızda çok sayıda insan uzak mesafelere sık sık seyahat etmektedir. Böylece herhangi bir salgın hastalık kısa sürede yayılarak küresel bir salgına dönüşmekte, dünyayı tehdit eden önemli sorunlardan biri hâline gelmektedir. Yeni salgın hastalıkların yanında tüberküloz, kolera, veba ve sıtma gibi daha önceden bilinen bazı hastalıkların çeşitli ilaçlara ve antibiyotiklere karşı direnç geliştirmesi bu hastalıkların da tehlike yaratmasına neden olmuştur. Bunun yanında tropikal hastalıklar hâlâ büyük bir tehlike olmaya devam etmektedir. Dünya Sağlık Örgütüne göre; uzun ve maliyetli bir süreç olan yeni ve etkili ilaçların geliştirilmesi, hastalıkların yayılma hızına ayak uyduramamaktadır.



Dünyada son 25 yıl içinde etkili olan salgın hastalıklardan bazıları:



a. AIDS

1981’de ABD’de keşfedilen AIDS için hâlen kesin olarak bilinen bir tedavi yöntemi yoktur. AIDS’ten korunmak için hastalığa sebep olan HIV adlı ölümcül virüsün yayılmasını önlemek tek yoldur. Virüs, insan vücudunun hastalıklara karşı direncini sağlayan bağışıklık sistemini etkisiz hâle getirmektedir. Bu durum basit bir enfeksiyonun bile ölümcül hâle gelmesine sebep olmaktadır. insan vücuduna giren virüsün yok edilmesi ya da vücuttan atılması mümkün değildir.

BM “AIDS ile Mücadele Programı”nın 2006 yılı raporuna göre; dünyada HIV taşıyanların sayısı 39,5 milyon olup, yılda 4,3 milyon kişi AIDS hastalığına yakalanmaktadır. Raporda ayrıca, AIDS’e yeni yakalananların % 40’ının 15-24 yaşındaki gençler olduğuna dikkat çekilmektedir. AIDS cinsel ilişki ve kan yoluyla bulaşan bir hastalıktır.



b. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığı

İlk olarak 1944’te Kırım’da tanımlandığı için Kırım Kanamalı Ateşi adı verilen hastalık, 1956’da Kongo’da da ortaya çıkınca “Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi” adını aldı. Kenelerden bulaşan Nairovirüs adı verilen bu virüsün sebep olduğu hastalık 2002’den itibaren Türkiye’de de görülmeye başlandı. Sadece 2008’de 55 vatandaşımız bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetti.



c. Kuş Gribi

Kanatlı hayvanlarda toplu ölümlere yol açan ve H5N1 virüsünün insanlarda meydana getirdiği hastalığa “kuş gribi” adı verilmiştir. 1997’de Çin’deki kuş gribi salgını sırasında hastalığın insanlarda ölüme sebep olduğu tespit edilmiştir. Virüs, yaklaşık her 10 yılda bir yapısını değiştirerek ülkeler ve kıtalar arasında yayılan salgınlara neden olmaktadır. Türkiye gibi göçmen kuşların göç yolları üzerinde bulunan ülkelerde yayılma hızı daha yüksektir. Genellikle kanatlı hayvanlarda bulunan bu virüs, hasta hayvanlar ya da virüslerin bulaştığı araç-gereçle temas, yeterince pişirilmeyen et ve yumurtalardan insana bulaşmaktadır.



d. SARS (Akut Solunum Yolu Yetmezliği Sendromu)

İlk defa 2003’te Asya, Kuzey Amerika ve Avrupa’da saptanan SARS’ın nedeni henüz bilinmemektedir. Kuluçka dönemi 2 ile 7 gün arasında olan hastalığın belirtileri (öksürük, ateş, titreme, baş ağrısı vb.) bulaşıcılığın da başladığı gösterir. Hastalığın temel yayılma yolu öksürüktür. SARS’lı hastanın öksürerek ya da hapşırarak havaya damlacıklar saçması ve başka birinin onları soluması yoluyla yayılır.



e. Hepatit

Karaciğerde meydana gelen iltihabi reaksiyon Türkiye’de yaygın olarak sarılık olarak tanımlanır. Ancak ülkemizde de hepatit denilince yaygın olarak hepatit B anlaşılır. Virüsler (hepatit B, hepatit C …), bakteriler, çeşitli ilaçlar, uzun süreli alkol kullanımı ve çeşitli endüstriyel maddelere (karbon tetraklorür gibi) uzun süre maruz kalmak hepatite yol açabilir. Hastalık sonucu karaciğerde hassasiyet, büyüme ve iltihap ortaya çıkar. Virüslerle ortaya çıkan hepatit bulaşıcıdır ve karaciğerde kalıcı hasarlara sebep olur. Hepatit cinsel ilişki ve kan yoluyla bulaşır.



f. Sıtma

Hastalığa sebep olan parazitin dişi anofel sivrisinekleriyle insanlara bulaşmasıyla yayılan ateşli bir hastalıktır. Teşhisi kolay, tedavisi ve korunması mümkün olan sıtma hastalığı çok eski zamanlardan beri bilinmektedir. Yeryüzünde belirli bölgelerde yaygındır. Orta ve Güney Amerika, Afrika ülkeleri, Orta Doğu, Afganistan, Pakistan ve Hindistan, Japonya dışındaki Uzak Doğu ülkelerinde sıtmaya yaygın biçimde rastlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü ve BM Çocuk Fonu 2005 yılı raporuna göre bu hastalık, başta Afrika olmak üzere dünyada 1 milyondan fazla kişinin ölümüne yol açmaktadır.



g. A(H1N1) Virüsü (Domuz Gribi)

A(H1N1) adı verilen virüsün neden olduğu hastalık domuz gribi olarak adlandırılmaktadır. Bu şekilde adlandırılmasının sebebi, hastalığa sebep olan virüsün domuzlarda görülen grip virüslerine çok benzemesidir. Aslında bu yeni virüs insan, domuz ve kuşlarda gribe neden olan virüslerin bir karışımıdır. A(H1N1) insandan insana öksürme, hapşırma ve virüsün bulunduğu alanlara temas edilmesiyle bulaşır. Diğer grip virüsleriyle aynı şekilde yayılmakta ve benzer belirtiler (Ani ateş, kas ağrısı, boğaz ağrısı ve kuru öksürük vb.) göstermektedir.
________________

El Haset Min-El Mahrum
Kötü Niyetle İyi Murada Varılmaz ! ! !
 


Şu anda bu konuyu görüntüleyen etkin kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 ziyaretçi)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB kodu Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Kapalı



Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 23:57.